O dönemde çok popülerdi AE-1. En çok tutulan makineydi. Sağlam ve pratikti. Hele objektifiniz de düzgünse sizden kralı yoktu.
AE-1 almak kolay değildi. Çok az para kazandığımız dönemlerdi. Asgari ücret bile alamıyorduk. Sigortamız yoktu. Öğlen yemeği mi, o da ne? Ve o şartlarda bir AE-1 almayı kafaya koymuş ve almıştım. Yeni Asır’da çalışırken yaptığım bir haber ayın haberi seçilmişti. 100 dolar para ödülü kazanmıştım. Çok ihtiyacım vardı bu paraya. Yeni Asır’ın Çankaya’daki binasına büro şefim Ali Filizkan ile birlikte gitmiştik. Binanın girişindeki panoda ismimi görünce inanamamıştım. Yeni Asır’ın Yeni Asır olduğu zamanlardı...
100 doları alır almaz soluğu İzmir bit pazarında aldım. Borcumu harcımı ödemek yerine objektif almaya kararlıydım. Ve aradığım objektifi görür görmez parayı uzattım.
Hayalime kavuşmuştum. Slayt filmle maç fotoğrafı çekecektim nihayet. Ve ilk maça koşa koşa gitmiştim. Bir yandan netliği ayarlayıp, diğer yandan deklanşöre basıp sonra aynı hızla kolu çevirip makineyi sıradaki fotoğrafı çekmeye hazır hale getirmek hiç de kolay değildi. Hele bu bir futbol maçıysa... Üstelik fotoğrafların nasıl çıktığını görmek için bir gün sonraki Yen Asır gazetesini beklemekten başka çare yoktu. Çünkü çekilen filmi karanlık odada sarıp İzmir’e gönderiyorduk. Bu arada hatırlatayım; Filmi göndermek için Konak iş hanındaki bürodan garaja gidip İzmir otobüsüne zarfı teslim etmek gerekiyordu. Ve biz bunu yıllarca yaptık!
Gazetecilik bugünkünden zordu. Önceki dönemler bizim dönemimizden çok daha zordu. Önce haberi bulup sonra çekeceksiniz sonra da filmleri yıkatıp bastıracaksınız. Filmler yanmamışsa sorun yok. Ama yanmışsa siz de yandınız! Başkasından fotoğraf almak isteseniz bile bu mümkün değildi. Çünkü o da göndermiş oluyordu. Ayrıca amansız bir rekabet vardı.
Gazetecilik son 10 yılda tam anlamıyla bünye değiştirdi. Sistem çok farklı bir hal aldı. Ve bu analogdan djitale geçiş olarak adlandırabileceğimiz dönemi sindire sindire yaşadık. Müthiş bir tecrübe oldu ben ve arkadaşlarım için. Mesela Manisa’ya gelen ilk Epson dijital makineyi hatırlıyorum. Öyle şaşırmıştık ki, Epson’a Vizontele muamelesi yapmıştık! Alışmışız ya hamallığa. Nasıl olurdu filmsiz, yıkanmamış basılmamış fotoğraf? Ne tadı olabilirdi ki?
Ama alışmak çok sürmedi...
Elle haber yazardık, sonra daktilo, sonra bilgisayar... Kalemsiz habere gitmek çok ayıptı. Çünkü gazeteci kalemsizse silahsız askerden farksızdı. Şimdi kaleme ne gerek var. Açın telefonunuz not defterini. Dokunun...
Nereden nereye... Bu kaçınılmaz gelişim bizi geliştirdi, işlerimizi kolaylaştırdı. Gazete sayımız arttı, internet haber siteleri yaşamımızın bir parçası oldu. Şimdi yeni televizyonlar geliyor. ManisaTV malumunuz. Umarım buna diğerleri eklenir. Sayı da artar kalite de...
Büyüyoruz, çoğalıyoruz... Eksiklerimiz yok mu, elbette var. Tembelleşip, özel haberi unutup ajanslara umudu bağladık. Dijital sistem bizi makineleştirdi. Duygusuzlaştık. Ama çok büyük bir aileyiz. Çok önemli görevlerimiz var. Bu şehri yönetenler kadar sorumluluğumuz, hatalarda vebalimiz var. Aramızda maalesef çürük elmalar var, her sektörde olduğu gibi. Gazetecilik mesleği çok acımasızdır. Dolandırıcılar, sahtekarlar silinip gittiler. Meslek onları bir sümük gibi fırlattı attı. Bundan sonra da öyle olacak! Bundan şüphem yok. Sorun mesleğimizin ne kadar hasar aldığıyla ilgili. İşte bu noktada Gazeteciler Cemiyeti’nin, gazeteci ağabeylerimizin çok aktif rol olması şart. Arkadan gelenlere yol göstermek lazım. Düzgün, kişilikli gençlere sahip çıkmak lazım.
Ancak ve maalesef bu konuda umutsuz bir süreç var ve değişen hiçbir şey yok.
Her şeye rağmen gazeteci olmak, haber yapmak güzel şey. Bu bağlamda çalışan arkadaşlarımızın 10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü kutlu olsun...
Pentax’la, AE-1’le başlayan şimdilerde dijital bilmem kaç milyon pikselli makinelerle devam eden meslek aşkımız biz ne zaman istersek o zaman bizi bıraksın. Bunun içtenlikle diliyorum.