Bir an gelir, yabancılaşırsın. O ana, o dakikaya kadar normal görünen her şey ve herkes birden başka görünür gözüne.
Ne çok şeyi yanlış anlamışım, ne çok kimseyi yanlış tanımışım diye düşünürsün.
Karşındaki anlatmaya devam ederken sen onu dinlemediğini, buna rağmen ne anlattığını, nasıl anlattığını, cümlenin neresinde soluk alıp ne zaman hızlandığını bildiğini hissedersin.
İşte o zaman bir şiirin şarkı olmuş dizelerini mırıldanır iç sesin:
O eski heyecan ölür
An gelir biter muhabbet
Yaşamak denilen şeyin mekanik bir hâle dönüştüğünü fark edersin.
Yürürken, markette alışveriş yaparken, bir işi bitirmeye çalışırken, kırmızı trafik lambasının yeşile dönmesini beklerken, kartını okuttuğun pos cihazından dit sesini beklerken, ocakta yemeği ısıtırken, arabana park yeri ararken, otobüs camından akmayan trafiğe bakarken, servis aracında uyuklarken, sosyal medyada vakit öldürürken, çocuğunu okula bırakırken, kahve içerken, sabah yüzünü yıkarken aslında yaptığın her şeyin, yaşamak denilen şeyin mekanik bir döngüden ibaret olduğunu anlarsın.
Sıradan değil mekanik.
Sıradanlıkta bile bir anlam olduğunu bilirsin. Hatta huzur ve güvende olma duygusu bile barındırır sıradanlık. Oysa mekanik olmak kupkuru olmaktır. Hissiz, duyarsız, kayıtsız..
İş yoğunluğundan başını kaldıramayan insanın da, az devinimli bir yaşamı olanın da mekanik bir hayatın birer dişlisinden başka bir şey olmadığını anladığın an, işte o an yine Attilâ İlhan’ın dizesini mırıldanırsın:
An gelir biter muhabbet
Sonra sorarsın kendine: Ne zaman oldu bu?
Hayat ne zaman mekanikleşti? Sıradanlığımızı bile elimizden alan şey ne?
Sohbetlerimizi bile kurutan, yaşam çemberimizi her geçen gün daha çok daraltmamıza sebep olan, neşemizi öldüren ne?
Teknoloji mi, ekonomi mi, pandemi mi?
Şıklar çoğalıyor kafanda ama hiçbir kutucuğu işaretleyemiyorsun. Hepsi ya da hiçbiri belki.
Ama şundan eminsin: Diyetisyen ve terapistlere giden insanların bu kadar çoğalmasının en önemli sebebi var olduklarını onaylatma ihtiyacı. Öylesine yokluk hissediyor ki insanlar, bedenlerini ve ruhlarını bir uzmana göstermek, tamir ettirmek istiyorlar.
Peki ya lunaparktaki palyaçonun kederi ne olacak?
Ne ara neşemizi yitirdik biz?
Neşe hayatımızda pek yer etmeyeli, hatta çoğumuzun yaşamından çıkalı çok olmadı mı?
Belki de her şey bir Özdemir Asaf şiirinde gizlidir:
Geleceğim, bekle dedi, gitti
Ben beklemedim, o da gelmedi
Ölüm gibi bir şey oldu
Ama kimse ölmedi.
engin.topuz45@gmail.com