Uzun yıllar önce tanıdığım, yıllarca görüşemediğim, sonra tam bir iyilik meleği olduğunu öğrendiğim eski bir dostun harika hikayesi...
Arkadaşım yıllardır İzmir'de yaşıyan emekli bir öğretmendi.
Eski Manisa Fotoğrafları'ndaki yazılarımdan beni bulmuş.
Önce Messenger'dan sonra telefonla görüşmeye başladık.
Samimi bir şekilde bana hayatını anlatıyordu.
Belli aralıklarla Manisa'ya geliyor, ihtiyacı olan çocuklara giysi, kitap, oyuncak vs. dağıtıyordu.
Onun bu güzel yardımları beni fazlasıyla imrendiriyor, ona hayranlığım artıyordu.
Bir görüşmemizde "Neden hep çocuklar?" diye sordum.
İçten bir ifadeyle anlattı.
Söze başlamadan önce de, "Sakın beni yazma. Ben ne yapıyorsam Allah rızası icin yapıyorum" diye beni uyarmıştı.
"Merak etme yazsam bile adını, mesleğini, mahalleni değiştirerek yazarım. İnsanlara iyi örnek olmak çok önemlidir. Sen de o örnek insanlardan birisin. Rahat ol" dedim ve anlattı.
"Sana bir hikaye anlatayım.
1965 yıllarında, fakir ve kalabalık bir ailenin küçük bir kızı vardı.
Kızın babası ailenin geçimini kıt kanaat sağlıyordu.
9 yaşına kadar kızın yeni bir bayramlık elbisesi hiç olmamıştı.
Hep annesiyle ablasının eski elbiselerinden dikilenleri giyiyordu.
O zamanlar Cennettepe tarafında oturuyorlardı...
O günlerde yan komşuları, aynı yaştaki kızlarına elbise diktiriyorlardı.
Terzi yakın olduğu için provaya , küçük kız arkadaşıyla beraber gitti...
Terzide genç bir hanım vardı. Kahve içiyorlardı.
Biraz bekledikten sonra, nihayet arkadaşının elbisesi geldi.
Mavi zemin üzerine, beyaz çiçekli, çok güzel bir elbiseydi. Arkadaşı elbiseyi giydi, o kadar güzeldi ki, küçük kız elinde olmadan boynu bükük, imrenerek arkadaşına bakakalmıştı.
O an elbiseyi kendi üzerinde hayal etti. Öyle bir elbisesi olsa ne kadar mutlu olurdu.
Ama bu imkansızdı.
O çocuk yaşında hüzünlü hayallere dalıp gitmişti.
Küçük kız hayran, mahzun bir halde bunları düşünürken, misafir genç hanımın onu ilgiyle izlediğinden habersizdi...
Terzi elbiseyi çıkarıp katlarken, 'Elbisenin yakasına kollarına sutaşı geçecek, çarşamba günü gelip alabilirsin' dedi.
Onlar çıkarken kahve içen hanım da çıktı. Kapıda, çantasından iki kitap çıkardı ve 'Çocuklar kitap okumayı seversiniz değil mi? Ben öğretmenim, alın bu kitapları okuyun. Evim hemen şu garaja çıkan sokaktaki üç katlı binanın birinci katı. Çarşamba günü terziye gelirken...' dedi. Küçük kıza dönerek, "Senin adın ne kızım?' diye sordu.
Küçük kız çekinerek adını söyledi.
'Tamam kızım, kitapları bana sen getir, arkadaşın da elbisesini almaya gider, sonra buluşur evinize dönersiniz' dedi, evini gösterdi.
Necatibey İlkokulu'nda öğretmenmiş.
Küçük kızla arkadaşı kitapları sevinçle aldılar.
Bir öğretmenin onlara ilgi göstermesi hoşlarına gitmişti.
Çarşamba günü öğleden sonra saat dörde doğru birlikte yola çıktılar, küçük kız elinde kitaplar öğretmenin kapısını çaldı.
Öğretmen küçük kızı görünce ,güler yüzle onu içeriye çağırdı.
Konuştu, ailesinin durumunu , okuduğu okulu sordu.
Küçük kıza vişne suyuyla bisküvi ikram etti...
Küçük kız o kadar mutlu olmuştu ki , ilk defa kendisine değer veren , ilgi gösteren bir öğretmen görüyordu.
Öğretmen salondaki masanın üstünde duran iki paketi küçük kıza uzattı.
'Bak güzel kızım, on gün sonra kurban bayramı var. Bu bayram elbiseyle ayakkabıların benden. Güzel kızım bunlar sana bayram hediyem. Sakın aklına kötü şeyler getirme. Arkadaşın yeni elbise diktirdi , ben de senin için diktirdim. Bayramda ikiniz de yeni elbiselerinizi giyersiniz' dedi.
Küçük kızın yüreği serçe kanadı gibi çarpıyordu.
Bu, hayal bile etmeyeceği muhteşem bir mucizeydi.
Öğretmen konuşurken, 'Allah'ım beni duydu, öğretmene söyledi' diye düşünüyor, sevinçten ağlamamak için kendisini zor tutuyordu.
'Ben...Ben...Çok teşekkür ederim ama...Annemler kızar, hem ben ne derim...Bana kimseden bir şey alma diyorlar, ayıp olmaz mı?' diye kekeledi.
Ancak o elbiseyi almayı çok istiyordu.
Öğretmen, 'Yavrum sen kimseden bir şey istemedin ki, bunlar sana benim hediyem. Öğretmenler öğrencilere hediye verir. Öğrenciler de kabul eder. Almazsan o zaman ayıp olur. Ayakkabıları deneyelim bakalım ayağına olacak mı?' diye sordu.
Kutudan kırmızı, üstünde şık kurdela olan ayakkabıları çıkardı, kızın ayağına giydirdi.
Ayakkabılar tam ayağına göreydi.
'Evet , ayakkabılar ayağına çok yakıştı. Elbiseyi , arkadaşının ölçüsüne göre diktirdim. Şimdi bunları al , güle güle giy. Ha! Bayramda ziyaretime gelmeyi unutma' dedi.
Küçük kız mutluluk denizinde yüzüyordu.
Allah karşısına dünyanın en iyi öğretmenini çıkarmıştı.
Sevinçten adeta uçuyordu.
Öğretmene diliyle iki üç kez , ama yüreğiyle binlerce kez teşekkür ederek eve geldi.
Evde bir çırpıda olanları anlattı, heyecanla elbise paketini açtı.
Elbise kırmızılı beyazlı, çıtı pıtı çiçekli, yakasında kollarında beyaz kedimeler olan kumaşı ve dikişiyle harikaydı.
O an o kız kendisini prenses gibi hissetmişti.
Küçük kız Fatih İlkokulu'nda okuyordu . Necatibey İlkokulu'nda görevli bir öğretmen onun; arkadaşının elbisesine imrenerek, hüzünle baktığını görmüş, o masum kıza dünyanın en büyük mutluluğunu yaşatmıştı.
O küçük kız, o gün yaşadığı o mutluluğu, o sevinci , o iyiliği ve o öğretmeni hiç unutmadı.
O küçük kız bendim...
Üçüncü sınıftaydım, o günden sonra öğretmen olup , o öğretmen gibi çocukları sevindirmeye karar verdim.
İnsanlara yardımcı olmak çok güzel...
Ama çocuklar?
O masumlar üzülmeyi değil; mutlu olmayı, sevinmeyi, sevilmeyi , korunmayı, değer verilmeyi, gülmeyi hak ediyor.
Hayalim, bütün çocuklar mutlu olsun, çocuklar hep gülsün.
Emekli olduktan sonra elimden geldiğince çocukları sevindirmek, yüzlerini güldürmek için, karınca kararınca çabalıyorum.
İyilik denizinde bir su damlası olabilirsem ne mutlu bana..."
Arkadaşımın anlattıklarını hayranlıkla, derin bir saygı duyarak "Ben de öyle olmalıyım, ne kadar yüce gönüllü bir insan"
Gerçekten çocukları sevindirmek , onları mutlu etmek kadar güzel bir duygu yok...
Hele ki şu mübarek günler de, Ramazan Bayramı yaklaşırken... Allah bizlere çocukları sevindirmeyi, bir çocuğun bile olsa , yüzünü güldürmeyi nasip etsin.
Allah hepimizin yüzünü güldürsün, ama illa ki çocuklar...
Çocuklar hep gülsün... Hep gülsün...