TANE TANE
Bir aile düşünelim.Baba ailenin reisi.
Ailenin bütün üyeleri oy birliği ile babalarını ailelerinin reisi olarak seçmişler.
Fakat bir sorun var. Aile pek mutlu değil.
Çünkü baba, hiç bir işinde, hiç bir aile üyesine danışmıyor.
Bu ailede, evle ilgili, hayatla ilgili, bugünle ilgili, yarınla ilgili, özetle her şeyle ilgili bütün kararları baba veriyor.
Bütün kuralları baba koyuyor.
Anne, sadece alınan kararların ve koyulan kuralların uygulayıcısı niteliğinde.
Söz hakkı yok. İnisiyatif kullanamıyor.
Aynı evde çocukları ve torunlarıyla beraber yaşayan babaanne de tıpkı anne gibi.
O’nun da söz hakkı yok.
Olsa belki onca tecrübesiyle, ‘bakın yavrularım bu yanlış, şu işi yanlış yapıyorsunuz’ diyecek. Diyemiyor. Çünkü o da babaya tabii. Kendi oğlundan çekiniyor.
Bir de afacan çocuğu var evin. Cin gibi, her şeyin farkında.
Ve fakat baba korkusu çocuğu da sindirmiş.
‘Çocuktan al haberi’ evet doğru ama, öyle bir baskı altında ki çocuk, haberi veremiyor.
Sonuçta bu ailede, baba ne isterse o oluyor.
Anne üzülmüş, babaannenin gururu incinmiş, çocuk yok sayılmış olabilir fakat bu kimin umurunda?
Önemli olan tek şey, babanın görüş, düşünce ve istekleri.
Şimdi bu aile, demokratik bir aile mi?
Cevabınız ‘evet’se, yazının devamını okumasanız da olur.
Çünkü ağzımla kuş tutsam yine de ikna edemem sizi, demokrasinin sadece sandıktan ibaret olmadığına.
Öyle olsaydı, babalarını oy birliği ile seçtiklerine göre bu örnek ailemiz mutlu mesut yaşayıp giderlerdi.
Şimdi gelin bu aileye, demokrasinin bir diğer olmazsa olmaz koşulu hukuku ve hukukun olmazsa olmazı Kuvvetler Ayrılığı’nı getirelim.
Ortada bir hukuk var. Diyelim Aile Anayasası.
Ailenin bütün fertleri, bu anayasanın nezdinde eşit. Aynı hak ve hürriyetlere sahipler ve bütün maddeler herkese eşit olarak uygulanmak zorunda.
Bir hak tanımlanmışsa bu herkes için hak.
Bir suç tanımlanmışsa bu herkes için suç.
Kanunlar önünde eşitlik ve hukukun üstünlüğü dediğimiz şey bu.
Şimdi bu ilkeleri göz önünde tutarak ailemize bir kez daha bakalım.
Ailenin reisi olarak seçilen baba, aldığı bütün kararlarda ve koyduğu bütün kurallarda aile anayasasına uygun davranmak zorunda olur. Kararlarını ona göre verir, kurallarını ona göre koyar.
Alınan bu kararları ve koyulan kuralları uygulamak annenin görevidir.
Anne bu görevini hakkıyla yerine getirmeye çalışır. Ama ola ki başarılı olamaz. İnsan nihayetinde. Bazı hataları ya da eksikleri olabilir.
Devreye babaanne girer. Babaannenin görevi, hem oğlunu, hem gelinini denetlemektir.
‘Oğlum yanlış karar aldın’, ya da ‘kızım hata yaptın’ diyebilme hakkına sahiptir.
Yanlıştan dönülme babaanne sayesinde mümkün olur.
Bir de afacan var ya hani, cin gibi her şeyin farkında olan, o da her şeyin, bütün olan bitenin gözlemcisidir.
Baba, anne, babaanne bir yerlerde hata yaparsa, ‘çocuktan al haberi’ atasözünü doğrular, aile içinde ne olup ne bittiğini mahalleliye duyurur.
Bu sistemin sağlıklı işleyebilmesi için, bu 4’ünün birbirinden bağımsız olması çok önemlidir.
( Kuvvetler Ayrılığı Prensibi )
Biri birinden etkilenirse, sistem tıkanır. Biri birinin baskısına maruz kalırsa işler aksar.
Ama 4'ü de bağımsız hareket edebiliyorsa, yani birbirlerini denetleme ve dengeleme işlevlerini aile anayasası çerçevesinde özgürce yerine getirebiliyorlarsa, o ailede sevgi, saygı, huzur ve mutluluk olur.
Çünkü o ailede demokrasi vardır.
Demokrasi, 4 temel kuvvet birbirinden ayrı ise sağlıklı işler.
4 temel kuvvet:
1 - YASAMA
2- YÜRÜTME
3- YARGI
4- BASIN'dır.
1. Güç: Yasama, yani TBMM, yasaları koyar.
2. Güç: Yürütme, yani HÜKUMET, yasaları uygular.
3. Güç: Yargı, yani BAĞIMSIZ MAHKEMELER, bu ikisini denetler.
Hem meclisi denetler, yapılan kanunlar, Anayasaya, evrensel insan haklarına ve imzalanmış uluslararası sözleşmelere uygun mudur?
Hem hükumeti denetler, yapılan kanunları doğru ve eksiksiz olarak uyguluyor mu?
4. Güç: BASIN'dır, hepsini denetler. Çünkü onun işlevi, diğer 3 Güç'ün icraatlarını kamuoyuna duyurmaktır. Eğer yeterince özgür, bağımsız ve tarafsızsa, her şeyi olduğu gibi yansıtacağı için, yanlış ya da eksik işler, gün gibi ortaya çıkar. Oluşan kamuoyu baskısı ile de hatalar düzeltilir.
Bu 4 temel kuvvet birbirine baskı yapmadan hareket edebiliyorsa o sistem demokratiktir.
Yok eğer, söz konusu devlet bir hukuk devleti değilse ve kuvvetler ayrılığı prensibi işlemiyorsa, tek başına sandıktan ne çıktığının, yüzde kaçla iktidar olunduğunun demokrasi açısından çok ça da anlamı yoktur.
Kanıt istiyorsanız buyrun;
Hitler: % 47
Mussolini: % 64
Esad: %: 97
Oy oranıyla SEÇİLEREK iktidara geldiler.
Demokrasi tek başına sandıktan ibaret olsaydı, dünya diktatörlük diye bir kavramla tanışmamış olurdu. Yazık ki tanıştı. Ve şu dersi çıkardı. Evlerden ırak.
Ayrıca sayıların ve yüzdelik dilimlerin içinde kaybolup giden bir nimeti var demokrasinin nedense pek gündeme gelmez ve getirilmez.
İlkokul çocuğu ezberiyle 'çoğunluk ne isterse o' deyip çıkılıverir işin içinden ve tanımlanmış olur demokrasi. Ne ölçüde eksik bir tanımdır oysa ki.
Demokrasi evet, çoğunluğun isteklerinin dikkate alınması olduğu kadar, tek kişi bile olsa azınlığın haklarının korunmasıdır aynı zamanda.
Hatta bazen O tek kişi o kadar önemli olabilir ki toplumların hayatında, varlığının kıymeti asırlar boyu inkar edilemez.
Sonsuza kadar minnettar kalır milyonlar o tek kişiye.
Örnek mi istersiniz?
Buyrun. Hz. Muhammed.
Yola çıktığında tek kişidir.
Putlara tapılan bir dönemde putları yıkmaktan söz eder hem de.
Tebliğleri mevcut sisteme, yerleşik otoriteye aykırıdır, dönemin egemenlerinin duymak istemeyeceği niteliktedir ama elbette büyük bedeller ödeyerek bir şekilde varolmuş, dünyanın kaderini değiştirmiş ve milyonları arkasından sürüklemiştir.
Çoğunluk her zaman haklı olmayabilir yani, bir şeyin çok kişi tarafından savunulması o şeyin doğru olduğunu göstermez. Kitleler yanılabilir, yanıltılabilir.
Önemli olan çoğunluktan farklı düşünen insanların, o çoğunluk içinde yaşayabilmesidir.
Herkese bu varlık garantisini verebilen sistemdir demokrasi.
Herkes istediği gibi varolabilir, kendini nasıl istiyorsa öyle ifade edebilir ve yasalar çerçevesinde her istediğini gerçekleştirebilir.
Hiç bir gerekçeyle, hiç bir kimsenin dışlanmadığı rejimin adıdır demokrasi.
Ve zannımca, en iyi, en güzel, en insani tarafı da budur.
Herkese ve hatta her canlıya yaşam hakkı tanımak ve yaşam alanına saygı duymak.
Yoksa, sen, ben, bizim oğlan ya da körler sağırlar birbirini ağırlar kıvamında yaşayıp gideceksek, hiç bir farklı renge, fikre tahammülümüz olmayacaksa, etrafımıza baktığımızda aynaya bakar gibi, kendimizden ve kendimize benzeyenlerden başkasını göremeyeceksek,
ve hatta daha fenası görmek istemeyeceksek, % bilmem kaç oyla seçilerek gelmişliğin demokrasi açısından herhangi bir anlamı olduğunu düşünmüyorum.
Çünkü böylesi bir durum, her şeyden önce, Yaradan'dan ötürü yaradılanı sevme özgürlüğümü elimden alıyor.
Sevebileceğim milyarlarca seçeneğim varken, 'yok hayır, sen sadece sana benzeyeni sev, ötesini tanıma, bilme, görme, duyma, sevme, sayma' diyor bana.
Bunları söyleyen ve farklılıklara tahammülü olmayan bir rejim, bazıları ona, o ismi vermiş olsa da demokrasi değildir.
Muhalif sesler çeşitli yöntemlerle susturulmaya çalışılıyorsa orada demokrasi yoktur.
Basın, gördüğü yanlışlardan bahsedemiyorsa ya da bahsettiğinde başı ağrıyorsa orada demokrasi yoktur. Çünkü zaten basın yoktur. Kendi varoluş sebebini yitirmiştir.
Her yapılan icraatı öven ve olayları istediği taraftan gören yayın organlarına gazete denmez, bülten denir.
Bülten de malumunuz tek bir kurum ya da kuruluşun yayın organıdır, halkın değil.
Dolayısıyla halka değil, sadece ait olduğu kurumun çıkarlarına hizmet eder.
Öyle olunca da onların sayılarının bolluğu orada demokrasi olduğunu göstermez.
Aynı manşetlerin atılıp aynı şeylerin söylendiği yerde çok seslilik yoktur.
Malumunuz akıllı insanlar, herhangi bir olayla ilgili olarak, etrafındaki 10 kişiden 10'u da aynı şeyi söylüyorsa o olaydan şüphelenirler ve akıllı yöneticiler 9 kişiye karşı çıkacak bir 10. Kişiyi sırf çıkıntılık yapsın diye yanlarında bulundururlar.
Çok seslilikten zarar gelmez yani, korkulması gereken tek sesliliktir.
Ve demokrasiye dair en değerli bilgilerden biri de hiç bir zaman, dünyanın hiç bir ülkesinde hiç bir şekilde darbeyle gelmediği ve getirelemediğidir.
Bir arada düşünülemeyecek birbirinin düşmanı kavramlardır darbe ve demokrasi.
Birinin olduğu yerde diğeri yoktur.
Olma olasılığı bile yoktur.
Birbirlerini yok ederler çünkü. Biri söz konusuysa diğerinin adı bile anılmaz, anılamaz. Darbe dönemlerinde demokrasiden bahsetmek ne kadar mantık dışı ve imkansız ise, demokrasinin bütün kurumlarıyla yerleştiği bir toplumda darbeden bahsetmekte aynı şekilde mantık dışı ve imkansızdır.
Bu yazıda altı çizilecek cümleyi nihayet kurdum.
"Demokrasinin BÜTÜN KURUMLARI ile yerleşmesi" dir bu yazının ana fikri.
Tek bir unsurdan ibaret görülmemesi yani.
Sonuç; sandık, demokrasinin olmazsa olmazlarından sadece birisidir.
Alınan az ya da çok oy, her partiye, her lidere, her yöneticiye ana sütü kadar helaldir.
Fakat hiçbir parti, hiçbir lider, hiçbir yönetici almış olduğu oyu referans göstererek, 'çoğunluk bende, ne istersem yaparım, sıkıntısı olan seçime kadar sabretsin' diyemez, tabi eğer ortamda demokrasi varsa, veyahut olduğu iddia ediliyorsa.
İşte efendim size tane tane, örneklerle zenginleştirilmiş, istatistiki verilerle desteklenmiş, bolca cümle içinde kullanılmış ve özetlenmiş halde "Demokrasi Nedir? Ne değildir?" yazısı.
Ukalalığımı bağışlayın lütfen, ihtiyaç olmasa yazmazdım.