Hava ayaz mı ayazdı. Ellerim ceplerimdeydi. Hızlı adımlarla yürüdüm. Demir kapıdan geçip kütüphanenin bahçesine girdim. Tarihi binanın giriş basamaklarının önünde durdum. Başımı kaldırıp tabelaya baktım:
Manisa İl Halk Kütüphanesi. Tabelanın üstünde, yapının duvarında ise kütüphanenin şehirde yaşayan herkesin dilinde ve zihnindeki adı yazıyordu: KİTAPSARAY.
Özellikle lise yıllarımda en çok geldiğim yerlerden biriydi bu tarihi kütüphane. Her gelişimde kitapları merak ve sabırla inceler, üç tanesini üye kartıma işleterek ödünç alırdım. Kitapları su içer gibi okuduktan sonra yeniden gelir, yeni kitaplarla değiştirirdim. Bugün iyi bir okur olduysam eğer, yaklaşık yüz yıldır hizmet veren bu kütüphaneye borçluyum bunu büyük oranda.
“Kitapsaray” yazısına bakınca gülümsedim. ‘Saray’ adı belki de sadece buraya yakışıyor diye düşündüm. Binaları, mekânları onlara verdiğimiz isimlerle bir sürü anlam yükleyerek yüceltme çabamız var. Çağlar öncesinden gelen bir alışkanlık bu. Flanör adlı romanımda şöyle bir bölüm vardı:
“Hükümet Konağı’nın önünden geçerken yine aynı şeyi düşündüm: Ne çok seviyoruz konak, köşk, saray sözcüklerini ve onlara yüklediğimiz anlamları. Simit bile sarayda satılıyor artık. Yeni yapılan sitelere bilmem ne köşkleri, bilmem ne konakları diye adlar uyduruyorlar. Kendilerine modern hapishaneler inşa edip güvenli bir yaşam sürdüklerini sanıyorlar. Bin yıl, iki bin yıl önceki insanlardan ne farkları var oysa? Bin yıl önce şehirler surlarla çevrilmiş, kapılarına zırhlı muhafızlar dikilmiş. Şimdi de alarmlı, kameralı, yüksek duvarlı, çok katlı siteler, kapılarında güvenlik görevlileri... Ne fark var? Ha, evet... Havuz var şimdi, havuz…"
Yıllarca okur olarak geldiğim Kitapsaray’a bu kez yazar olarak davet edilmiştim. Üstelik mezun olduğum okulun, Manisa Lisesi’nin Edebiyat Kulübü öğrencileriyle buluşacaktım. Öğrencilere hem Kitapsaray tanıtılacak, kütüphanenin etkinliklerinden, hizmetlerinden söz edilecek, hem de benimle edebiyat üzerine, yazmak üzerine konuşacaklardı. Anlamlı bir buluşmaydı benim için.
Kitaplarım yayımlanmaya başladıktan sonra Kitapsaray’a uğruyor, yeni çıkan kitabımdan kütüphaneye armağan ediyordum. Son iki kitabımı getirememiş, fırsat yaratamamıştım. Elimde kitaplarla Zekeriya Bey’in odasına yöneldim. Kitaplarımı verdim. Meğer o da bana hediye etmek için kitap hazırlamış. Dünyanın en güzel alışverişini yaptık.
Öğrenciler gelene kadar sohbet ettik. İlk sorduğum soru, yeni yapılan kütüphane binası oldu. İstasyonun yakınında, İl Kültür Müdürlüğü’nün karşısında, büyük ve modern bir kütüphane inşa ediliyor ve sanırım bir yıl içinde faaliyete geçmiş olacak. Yeni kütüphanenin yapılacağını henüz proje aşamasındayken İl Kültür ve Turizm Müdürü Sayın İbrahim Sudak ile yaptığımız bir sohbette öğrenmiştim. Hatta ilk sorum “Kitapsaray ne olacak?” olmuştu. Çünkü Kitapsaray bu şehrin kültürel dokusunun en önemli parçalarından biri. Gerek tarihiyle, gerek verdiği hizmetlerle var olmaya devam etmesi gereken bir kurum. Sayın Sudak her zamanki nezaketiyle benimle aynı fikirde olduğunu, elbette Kitapsaray’ın hizmet vermeye devam edeceğini söylemiş, yüreğime su serpmişti. Zekeriya Bey de yeni kütüphane faaliyete geçince Kitapsaray’ın da çocuk kütüphanesi olarak devam etmesinin düşünüldüğünü söyledi. Sevindim. Çocuk kütüphanesi olarak veya başka bir şekilde, ama halka açık, hizmet veriyor olması çok önemli.
Zekeriya Bey ile küçük sohbetimizin ardından öğrencilerin de gelmesiyle salona geçtik. Manisa Lisesi Türk Dili ve Edebiyatı öğretmenleri Mustafa Oral ve Ümmet Şentürk öğrencilerle birlikte bizi bekliyordu. Kitapsaray’ın müdürü sayın Ayşin Kibrit de bize eşlik etti.
Öğrencilerle ve diğer konuklarla bir saati aşan bir söyleşi yaptık. Oldukça keyifliydi. Zekeriya Bey’in konuklara kütüphane ile ilgili verdiği bilgiler çarpıcıydı. Kitapsaray’ın 60.000 üyesinin olduğunu, bunun 20.000’inin merkez dışındaki ilçelerde yaşadığını ve onlar için gezici kütüphanelerinin ilçeleri dolaştığını söyledi. Kütüphanede 100.000 kitabın bizler için bulundurulduğunu ve korunduğunu söyledi.
Yüz bin kitabın içinde olmak.. Bu bile başlıbaşına eşsiz bir deneyim. O an aklıma Arjantinli büyük yazar J. Louis Borges geldi. Borges, 1955 yılında görme yetisini tamamen kaybettiğinde Arjantin Devlet Kütüphanesi müdürüydü. Hayal ettiği göreve ulaşmıştı ama hiçbir kitabı göremiyordu. Bu durumunu şöyle tanımlamıştı:
“Bana aynı anda hem 800.000 kitabı hem de karanlığı veren Tanrı’nın muhteşem ironisi.”
Artık bambaşka bir çağda yaşıyoruz. Yeni kuşak gençler internet dünyasında gözlerini açıyor, büyüyor, kişilikleri şekilleniyor. Hayata, dünyaya bakışları çok farklı. Onlara didaktik yaklaşmak artık geçer akçe değil. Sağlıklı iletişim kurmanın temel yolu onları anlamaktan geçiyor. Teknolojinin bu denli yaşamımızı kuşattığı bir çağda bile kitaba, okumaya uzak değiller. Yeter ki ilgilerini çeken kitaplarla buluşabilsinler. Bu anlamda da kütüphaneler hâlâ çok değerli.
Umarım Kitapsaray daha nesiller boyu bu şehrin kitapsever insanlarına hizmet etmeye ve kültürel dokusunda yer almaya deva eder.
Başta kütüphane müdürü Ayşin Hanım ve Zekeriya Bey olmak üzere beni bu güzel buluşmaya davet ettikleri ve konukseverlikleri için tüm Kitapsaray ailesine çok teşekkür ederim.
e-posta: engin.topuz45@gmail.com