Engin Topuz- Da Vinci Köprüsü

  “Ben kulunuz, İstanbul’dan Galata’ya uzanan bir köprü yapmak istediğinizi, yapabilecek biri bulunamadığı için köprüyü yapamadığınızı duydum… Ben kulunuz, nasıl yapılacağını biliyorum… Öyle bir köprü yapacağım ki, yelkenleri fora olsa bile bir gemi al

Abone Ol

 

“Ben kulunuz, İstanbul’dan Galata’ya uzanan bir köprü yapmak istediğinizi, yapabilecek biri bulunamadığı için köprüyü yapamadığınızı duydum… Ben kulunuz, nasıl yapılacağını biliyorum… Öyle bir köprü yapacağım ki, yelkenleri fora olsa bile bir gemi altından geçebilecek… Allah sizi bu sözlere inandırsın ve bu kulunuzun her zaman hizmetinizde olduğunu bilin…”

Sene 1502… Mektubu yazan Leonardo Da Vinci, yazıldığı kişi Osmanlı Sultanı II. Bayezid…

Leonardo Da Vinci, Venedik’te iken, Osmanlı delegasyonuyla görüşüyor ve padişahın bu fikrinden haberdar oluyor. Sonra da bir köprü tasarlayarak bu mektubu gönderiyor. Mektupta ayrıca, “İstanbul Boğazı’nın iki yakası arasında ulaşımı sağlayabilecek bir köprü bile yapabileceğini” belirtiyor. Sonuçta proje Sultan Bayezid tarafından onaylanmıyor ve hayata geçirilemiyor.

İşin ilginci Topkapı Müzesi’nde bulunan bu mektup yüzyıllarca arşivde bekledikten sonra ancak 1952 yılında su yüzüne çıkıyor ve Leonardo tarafından yazıldığı anlaşılıyor. Daha sonra Paris’teki Da Vinci’ye ait olan el yazmalarından bu köprü projesinin çizimleri bulunuyor.

Da Vinci köprünün iki ayrı çizimini yapmış ve ölçülere bakılırsa, yapılsaydı eğer o güne kadar yapılmış dünya üzerindeki en uzun köprü olacaktı. Fakat köprünün yapılamayacağı düşünülerek proje onaylanmıyor.

Köprünün yapılıp yapılamayacağı günümüzde de tartışmalara sebep olmuş ve Norveçli sanatçı Vebjörn Sand Da Vinci Köprüsü’nü dünyaya tanıtan isim olmuş. Sand, köprünün dörtte bir büyüklüğünde aslını Oslo’da bir otoyol üst geçidi olarak yaptırıyor, sonrasında Güney Kutbu’nda küresel ısınmaya dikkat çekmek için buzdan yapıyor, yetmiyor aynı köprüyü New York’ta inşa ediyor.

Eğer zamanında bu proje onaylansaydı, Leonardo Da Vinci gibi bir deha İstanbul’a gelecek, İstanbul’da yaşayacak ve belki de şu anda onun imzasının olduğu, onun adını taşıyan bir köprüyü kullanıyor olacaktık. Bunu düşünmek bile insanı heyecanlandırıyor.

Leonardo Da Vinci bence gelmiş geçmiş en büyük dahidir. Çünkü yalnızca ressam değildir. Heykeltraştır, mimardır, müzisyendir, mühendistir, mucittir, anatomisttir, botanisttir, jeologdur, yazardır, matematikçidir…

Onun el yazmalarını okumak için aynaya ihtiyacınız vardır, çünkü sağdan sola Latince yazar ama o yazarken aynaya ihtiyaç duymamıştır!

El yazmalarının büyük bölümünün Bill Gates’in koleksiyonunda olduğunu söylemem yeterli olur sanırım.

Bundan 500 yıl önce helikopter tasarlamıştır. Tank tasarlamıştır. Tasarladığı çift iskeletli gemiler 20. Yüzyılda petrol tankerlerinde kullanılmıştır.

Kütüphanemde küçük bir kitap var: “Da Vinci’nin Not Defteri.” Bu kitapta notlarının küçük bir bölümü var ve yaptığı çizimlerden örnekler yer alıyor.

500 yıl önce çizilen embriyonun gerçekliğine inanamıyor insan. Paraşüt, helikopter, kafatası çizimlerine ağzınız açık bakakalıyorsunuz.

Leonardo Da Vinci 30 yaşında Milano Dükü Sforza’nın hizmetine giriyor. Düke yazdığı mektup tüm zamanların en görkemli iş başvurusu olarak nitelendiriliyor. Bu mektubun metnini internette rahatlıkla bulabilirsiniz.

Mona Lisa’yı, Son Akşam Yemeği’ni, Vitruvius Adamı’na hiç değinmedim bile.

Hele “Da Vinci’nin Not Defteri” kitabında “Teoriler, Tespitler, Kehanetler” diye bir bölüm var ki, bu el yazmalarının neden bu kadar paha biçilmez olduğu anlaşılıyor. Birkaç örnek vereyim:

“İnsanların yüksek bir yerden düşüp hiçbir yara almamaları mümkün mü? Ama bunlar olacak…”

“Şehirde yaşayan insanlar huzurdan mahrum kalacaklar.”

“İnsanlar, dünyanın bir ucundan diğerine mektup yazıp hemen cevap alabilecekler.”

“Birbirlerinin dillerini anlamayan insanlar bir arada olacaklar. Örneğin, Almanlarla Türkler…”

Leonardo öylesine derinliğine araştırılması gereken biri ki, onun dünyasına daldığınızda “evet” diyorsunuz, “bu adam tüm zamanların en büyük dahisi”…

İşte bu yüzden 50 yaşındayken, yani ününün ve üretkenliğinin zirvesindeyken onun İstanbul’a gelme ve bize bir eser inşa etme isteği insanı müthiş heyecanlandırıyor ve bu fırsatın kaçırılmış olması da üzüyor tabi ki…

Tarihin insanı böyle hayıflandıran sayfaları da var ne yazık ki…