Gündüz Kuşağında Sansürsüz Çürüme

Gündüz Kuşağında Sansürsüz Çürüme
Abone Ol

Bugün Türkiye'de televizyon kitle iletişim aracı olmaktan çıkmış, toplumsal bir teşhir aynası olmuştur. Ne yazık ki bu aynaya bakan toplum, artık sadece kendini değil, çürümüşlüğünü seyrederken keyif almayı öğrenmiştir.

*

Emeklilerin, ev hanımlarının, çalışmayanların televizyon başında olduğu iletişim bilimlerinde Off Prime Time olarak bilinen, halk arasında gündüz kuşağı denilen saatlerdeki yayınları izlemek bir çürümüşlüğün resmine bakmak gibidir. Bu yayınlarda izlediğimiz şey; evli çiftler, kaynanalar, baldızlar, köy imamı, çoban, muhtar ve köpeğe kadar uzanan bir cinsel labirenttir. Bir yandan ağlanır, bir yandan şok olunur, ama asla kapatılmaz, büyülenmiş gibi pür dikkat bakılır. Ocakta yemek varsa yanabilir, süt taşabilir, ilaç vakitleri kaçabilir ama sihirli ahlaksızlık kaçmaz. Çünkü bu artık “gerçek hayat” değil; bu, toplumun kendi bastırılmış patolojilerini pazarladığı ve meşrulaştırdığı bir reyting fetişizmidir.

*

RTÜK’ün yasakladığı her göğüs ucunun yerine, sansürlediği her küfrün yerine gündüz kuşağı yayınları bir ihanet üçgeni yerleştirmiştir. Bugün ekranda gördüğümüz “kocam beni kayınbiraderimle aldattı” türü ifadeler “nişanlım annemi hamile bıraktı” söylemleri, aslında Freud’un bastırma teorisinin değil, kapitalizmin sömürü düzeninin ürünüdür.

*

Psikanaliz biliminin kurucusu olan Sigmund Freud der ki: “Bastırılan her şey geri döner.” Ama ekranlar gösteriyor ki, bu bastırılmış olanlar bizim ülkemizde şova dönüştürülerek geri dönüyor.

Michel Foucault ise “mahremiyetin politikleştirildiği” çağdan bahsederken, bugün bizde mahremiyet reytingleştirilmiştir. Toplumsal röntgencilik yeni millî sporumuz olmuştur. Ve işin kötüsü, bu spor her yaşa uygundur.

*

İç Anadolu, televizyonun favori günah sahnesidir. Çünkü modern ekran, kendi egzotik doğusunu yaratmıştır: “Köyde herkes herkesle birlikte, ama ağlamayı da bilirler.” Bu iğrenç anlatı, sadece dramatik değil, politik olarak da işlevseldir. Çünkü Anadolu üzerinden yaratılan cinsel kaos, İstanbul’un burjuva balkonlarına “bakın, biz yine onlardan iyiyiz” ferahlığı sağlar. Bu, Doğu-Batı çelişkisinin ekran pornografisidir.

Edward Said’in oryantalizmi burada içe dönmüştür:

Kendimizi ötekileştirerek izliyoruz. Kendi ahlaki sefaletimizi dramatize ediyoruz. Bunun adına “gerçek hikâye” diyoruz. Bu gerçekse, toplum olarak oturup ağlamamız gerekir.

Peki biz ne yapıyoruz?

Reklam arasında çay demliyoruz.

*

Gündüz kuşağında olan şey sadece teşhir değil; bir tür estetik ahmaklık biçimi, bir kitsch pornografisidir.

Dramı samimiyet sanıyoruz, teşhiri şeffaflık.

Gözyaşı varsa “gerçektir” diye düşünüyoruz.

Ama aslında olan şey, bir çürümüşlüğün edebiyatlaştırılmasıdır.

*

Türkiye’de gündüz kuşağı, artık bir yayın değil; toplumun psikanalitik çözülme sürecidir. Burada sergilenen her kaynana skandalı, aslında bir “aile yapısının” çöküş belgesidir. Her “aldatma üçgeni” bir ahlaki iflas dosyasıdır. Ama reyting geldikçe sorun yoktur.

Çünkü toplum sadece izlemiyor, alışıyor.

Bir zamanlar “kaynana ile ilişki” duyunca utançtan yere bakardık.

Şimdi “hangi kanalda?” diye soruyoruz.

Ve işte bu, çöküşün en nazik anıdır.

*

Bugün Türk toplumu, ekran karşısında kendi ahlaki sefaletine bakarken utanmıyor.

Aksine, bir tür kültürel mastürbasyonla haz alıyor.

Bu, cinsellik değil; bu, ahlâkın kendisinin pornografik bir nesneye dönüştürülmesidir.

Ve bu, artık bireysel bir sorun değil, bir medeniyetin kendine ettiği küfürdür.