Hafsa Sultan’la göz gözeyiz…
Keskin bakışlarını gözlerime sabitlemiş, beşyüz yıllık bir bilgelikle bakıyor bana.
Tarihin acımasız engellerini, geçmişin bütün virajlarını aşmış olmanın gururuyla izliyor beni. Omuzlarına ölümsüzlüğün kanatları yerleşmiş.
“Hafıza-i beşer nisyan ile malûldür” sözü onun için geçerli değil. O yüzden mağrur… Yaşadığı çağdan günümüze değin yeryüzüne uğramış on milyardan fazla fâniden bugüne adını taşıyabilen bir avuç insandan biri olduğu için mağrur belli ki. Bir o kadar da erdem ve hoşgörü okunuyor duruşunda. Huzurlu gözüküyor.
Sırtım Spil’e, yüzüm Ayşe Hafsa Sultan’a dönük, Sultan Parkı’nda oturuyorum. Karşımda, Osmanlı tarihinin ilk “Valide Sultan”ı Ayşe Hafsa’nın büstü duruyor. Büstün kaidesinde şöyle yazıyor:
HAFSA SULTAN
Yavuz Sultan Selim’in eşi ve
Kanuni Sultan Süleyman’ın annesi
(?- 19 Mart 1534)
SULTAN KÜLLİYESİ KURUCUSU
MANİSA’DA, 1513-1520
Onun yaptırdığı külliyenin içinde, yeşilliklerin arasındayım. Yan tarafımdaki alanda da Merkez Efendi’nin büstü var. Mesir macununun mucidi, Hafsa Sultan’ın derdine şifa bulan Merkez Efendi’nin. Tam karşımda Hafsa Sultan’ın adına yaptırılan Şifahane’yi görüyorum. 500 yıllık şifahane günümüzde Hafsa Sultan Tıp Tarihi Müzesi olarak hizmet veriyor. Her Manisalının görmesi gereken bir müze bu…
Bu parktan her gün binlerce insan geçip gidiyor. Tarihin içinden yürüyorlar aslında, ne kadar farkındalar? Her biri kendine özgü dertlerini düşünerek geçiyor belki. Değil tarihin, bazıları öyle dalgın ki parkın içinden geçtiklerinin bile bilincinde değil. Dünyevi tasalarla meşgul kafaları… Banklarda oturup dinlenen insanlar görüyorum. Tarihin fısıltılarını duyacak gibi değiller, gözleri ellerindeki telefonlarında. Yalnızca yaşlılar… Onlar çevreyi, insanları gözleyerek oturuyorlar.
Ayşe Hafsa’ya bakıyorum tekrar, ona eşi Sultan Selim’in onun için yazdığı dizeleri okuyorum:
Şîrler pençe-i kahrımdan olurken lerzân
Beni bir gözleri âhûya zebûn etti felek
(Benim pençemin korkusundan aslanlar titrerken
Felek beni bir ahu gözlüye esir etti)
Her ne kadar büstün kaidesinde doğum tarihi yerinde soru işareti varsa da Hafsa Sultan’ın 1478 veya 1479’da doğduğu tahmin ediliyor. Yani yaklaşık 55 yıl yaşamış Hafsa Sultan. Eşi şehzade Selim padişah olduktan sonra, 1513’de oğlu Süleyman’la yani geleceğin Kanuni’si ile Saruhan sancağına geldi ve 1520 yılına kadar burada kaldı. Süleyman’ın tahta geçmesiyle de Valide Sultan oldu. Bu sıfatla anılan ilk padişah annesidir. Ölene kadar 14 yıl Valide Sultan olarak kaldı. Televizyon dizilerinden herkesin bildiği gibi Hürrem Sultan’ın da kayınvalidesiydi.
Her yaşadığım ve yazdığım Manisa Güncesi’nde olduğu gibi yine bir kitap var tabii yanımda. Yanımdaki kitap bir biyografi… Hafsa Sultan’dan oldukça vasat ama ondan çok daha meşhur bir karakterin biyografisi: Marie Antoinette. Yazarı Stefan Zweig (Can Yayınları).
Zweig günümüzde çok okunan yazarlardan biri, bu beni çok mutlu ediyor. Kısa romanları peş peşe baskılar yapıyor, insanların ilgisini çekiyor. Çünkü Zweig’ın hem üslubu akıcıdır, hem de insan psikolojisinin derinliklerine inen kurguları dikkat çekicidir. Ben ilk kitabım Edebiyatın Haziran Mezarlığı’nda yer alan “Stefan Zweig Yalnızlığı” yazımı yazdığım sıralarda Zweig bu kadar popüler değildi. O yazımda da Zweig’ın romanlarından çok biyografilerini daha çok beğendiğimi, biyografilerinin ustalıkla yazıldığını ve roman gibi okunduğunu vurgulamıştım.
Fransız Devrimi sırasında kraliçe olma bahtsızlığını yaşayan ve bu yüzden ömrü giyotinde sona eren Marie Antoinette’in biyografisi de bir roman gibi okunan, çok akıcı bir kitap.
Kitabın alt başlığı: Vasat Bir Karakterin Portresi. Kitabı açıp aldığım notları gözden geçiriyorum.
Stefan Zweig, kitabın kapağında yazdığı gibi içinde de, Marie Antoinette’in vasat bir karakter olduğunu belirtip “aslında sıradan bir kadındı” diyor. Sonra da ekliyor:
“Ama kaderin böyle vasat bir insanı bazen nasıl altüst edebildiğine ve yumruğunun buyurgan gücüyle onu nasıl zorla itip vasatlığının ötesine geçirdiğine tarihin verdiği belki en inandırıcı örnek, Marie Antoinette’in yaşamıdır.” (Sayfa 25)
Marie Antoinette’i neredeyse bütün dünya “Ekmek bulamıyorlarsa pasta yesinler!” sözüyle tanıyor. Oysa bu sözü kraliçe hiç kullanmamış. Bunu söylediğine dair hiçbir kanıt yok. Hatta tersi var. Bu sözün kraliçe unvanını aldığı dönemde Paris’teki kıtlık nedeniyle söylendiği iddia edilir. Oysa Marie Antoinette’in o dönemde annesine yazdığı mektupta, halka yukarıdan bakan kibirli bir havadan ziyade kendisine sevgi gösteren insanlara duyduğu minnet havası seziliyor. Şöyle diyor mektupta:
“Geçen Salı öyle bir bayram yaşadım ki, ömür boyu asla unutmayacağım: Paris’e girişimiz. Hürmet adına akla ne gelebilirse hepsini gördük, ama beni en derinden etkileyen şey bu olmadı da, fakir halkın sevecenliği ve coşkunluğu oldu, kendisini ezen vergilere rağmen bizi görmenin sevinciyle dolup taşan halkın. (…) Bize ne kadar taşkınca bir sevgi ve sevinç gösterildiğini sana tasvir edemem. Bunu pekâlâ hissettim ve hiçbir zaman unutmayacağım.” (S.92-93)
Marie Antoinette geleceğin hükümdarıyla evlendiğinde 14 yaşındaydı; Ayşe Hafsa’nın şehzade Selim’in eşi olduğu yaşta. Tabii, Viyana’dan Paris’e giden genç Marie’de, Kırım’dan İstanbul’a gelen Ayşe Hafsa’da olduğu gibi ne dirayet vardır, ne devlet yönetme becerisi ne de karakter ağırlığı. Kral XV. Louis öldüğünde tahta geçecek XVI. Louis ve karısı Marie Antoinette paniğe kapılır. Şöyle bağırdıkları anlatılır:
“Tanrım, koru bizi, sakın bizi, çok genciz biz, devlet idare edemeyecek kadar genciz.” (S. 104)
XVI. Louis ile evlenişinden kraliçe oluşuna, hakkında çıkan bir dolu yalan haberden duygusal kaçamaklarına, kolye skandalından halkın gözünden hızlıca düşüşüne, saraydaki günlük hayatından devrimin en kanlı günlerine ve nihayetinde kralın idam edilişi, oğlunun hapse düşüşü, kendisinin de yargılandığı dava sonunda giyotine gönderilişine kadar Marie Antoinette’in hayatı oldukça trajiktir.
Tabii bu biyografinin en yararlı yanlarından beri Fransız Devrimi’nin olduğu dönemi farklı bir gözle izleme olanağıdır. Böyle bir okuma Marie Antoinette’in yaşamından çok daha ilgi çekicidir bence.
Elbette Marie Antoinette’in Hafsa Sultan gibi yardımsever olmadığını söylemeye bile gerek yok. Şu içinde bulunduğum külliye bedenen 55 yıl yaşayan bir insanın nasıl beş yüz yıl sonrasına adını taşıyabildiğinin ve o adı tertemiz taşıdığının kanıtı âdeta.
Kitabımı kapatıyor, Hafsa Sultan’a, oğlu Kanuni Sultan Süleyman’ın dizeleriyle veda edip parktan çıkıyorum:
Kapında çünki meddahım, seni medh ederim daim
Yürek pür gam, gözüm pür nem, Muhibbi’yim hoş halim!
MANİSA GÜNCESİ 5 (OKUMAK İÇİN TIKLAYINIZ)
- Kaygılıyız çok şükür 21.11.2024
- PAPİRÜS- XI “Bütün görüntüler yok olup gidecek.” 19.11.2024
- ORHAN VELİ’NİN SON GÜNLERİ 14.11.2024
- PAPİRÜS- X “Büyük şairler için büyük dinleyiciler gerekir.” 13.11.2024
- PAPİRÜS- IX “Yahya Kemal Paris’te yuvarlandığı yıllarda…” 05.11.2024
- PAPİRÜS- VIII “Bazı kitapları dinlendirmek gerekir.” 01.11.2024
- Cumhuriyet’in kıymetini bilmek 28.10.2024
- PAPİRÜS- VII “Ne çok yalan söyleniyordu yeryüzünde…” 25.10.2024
- PAPİRÜS- VI “Nicedir paylaşılacak bir düş yok.” 22.10.2024
- PAPİRÜS- V “Gençken, güzelken, karnımız aşağıya dümdüz inerken…” 18.10.2024