Anne dedem Girit’ten gelmiş, baba dedem Mısır’dan.
Dolayısıyla ırk olarak, Yunan ya da Arap olabilirim.
Ama ben Türk’üm. Kendimi böyle ifade etmeyi doğru buluyor ve tercih ediyorum.
Çünkü Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde yaşıyorum.
Fransa’da yaşayan biri ne kadar Fransızsa, ben de o kadar Türk’üm.
Amerika’da yaşayan biri, zenci ya da çekik gözlü olduğuna aldırmadan nasıl gururla ‘Ben Amerika’lıyım’ diyebiliyorsa, ben de aynı gururla ‘Türk’üm’ diyorum.
Bunu dilediğim ortamda, dilediğim şekilde ve dilediğim kadar söylemekten beni hiçbir güç alıkoyamaz.
Çünkü yeryüzünde doğulabilecek en güzel topraklarda doğduğuma inanıyorum.
Anadolu toprakları kadar sevip benimseyebileceğim başka hiçbir coğrafya yok dünyada.
Yaşanabilecek ( bugün için, yarını bilemem?) en güzel ülkede yaşadığımı düşünüyorum.
Üstelik, etrafımdaki topraklar; savaş, yokluk ve bin bir acıyla kuşatılmış bir halde kardeş kanıyla sulanırken, ben bu mübarek ülkede barış içinde yaşayabiliyorum.
Bundan daha kıymetli ne olabilir ki?
Değil Ortadoğu’nun patronluğunu, dünyanın liderliğini, hatta abartayım evrenin efendiliğini vaat etseler vazgeçmem ben Cumhuriyetimden. Bana yeter Misak-Milli’m.
Çünkü biliyorum ki; bugün ve son 90 yıldır barış içinde yaşayabiliyorsam bu topraklarda, bu Cumhuriyet’imin nimeti bana.
Yoksa bırakmazlar adama, bu ölçüde yer altı ve yer üstü zenginliğe sahip bir coğrafyayı.
Bırakmadıkları gibi Irak’ta.
Bırakmadıkları gibi Suriye’de.
Bırakmadıkları gibi Afganistan’da.
Irak’lı çıkıp vakti zamanında
‘Ben Irak’lıyım’ diyebilseydi,
‘Bu memleket benim, kaderini ben çizerim’ diyebilseydi,
‘Defol git, demokrasin senin olsun’ diyebilseydi,
‘Devrilecek bir diktatör varsa ben deviririm, sen ne karışıyon’ diyebilseydi,
Şöyle ulus gibi, millet gibi bir duruş sergileyebilseydi, elbette geldikleri gibi gideceklerdi.
90 yıl önce gittikleri gibi.
Şimdi ben de diyemiyeyim diye mi bütün bu olup bitenler?
‘Ben Türk’üm’ diye başlarsa bir toplum bir cümleye, ardından kurulacak cümlelerin hepsi bağımsızlık cümleleri olur. Bu nedenle korkulur bu cümleden.
Ulus devletin temelidir çünkü ‘ben şuyum, ben buyum, biz buyuz’ ifadeleri.
Aidiyetler, dayanışmalar, kader birlikleri barındırır içinde. Ve en önemlisi de güç birliği doğar sonuçta. Ki en çok korkulan budur aslında.
Bu nedenledir ki;
Geleceği gören büyük kurucu, işte tam da bugünlerde lazım olur diye ‘Ne mutlu TÜRK’üm diyene’ demiştir. ‘Ne mutlu Türk olana’ dememiştir dikkat buyurulur.
Bizim milliyetçilik anlayışımız budur.
Herkes milliyetçi olmak zorunda değil tabi. Kendini Türk hissetmek zorunda da değil hiç kimse. Ama bu benim ‘Ben Türk’üm’ diyebilme hakkımı elimden almaz.
Bir başkasının bir başka şekilde kendini ifade etmesine sonsuz saygım var. İnsan ne hissediyorsa odur. Bunu da özgürce söyleyebilmelidir.
Ama benim Cumhuriyeti’min, ulus devletimin dayandığı temel unsur;
Irkların, dillerin, dinlerin özetle, bizi birbirimizden farklı gösteren her şeyin ötesinde, birleştiğimiz asgari müşterek olarak, bağımsız Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmaktır.
Vatandaşlık kavramıdır ulus devletin özü.
Reaya değil, Teba değil, Ümmet değil, Vatandaş olmayı seçtiğimiz için 90 yıl önce, bu nedenle ayaktayız bugün, bu nedenle bölünmedik bugüne dek, bu nedenle etrafımız cehennem, biz cennet.
Ben Cennetimin kıymetini bilenlerdenim.
Bu nedenle, ne vaat edilirse edilsin evimdeki buğdayla yetinmeyi tercih ederim.
Pirinç dursun Dimyat’ta, memleketimin doğusundan batısına, kuzeyinden güneyine her yere özgürce gidebilmek yeter de artar bana.