“Keşke onu daha erken yazabilseydim.”

Latife Tekin, “Keşke onu daha soluk soluğa, daha parçalanmış bir teknikle, daha erken yazabilseydim” dediği Sevgili Arsız Ölüm’ü yayımladığında(1983), yirmi altı yaşındaydı. Yaşamının ilk dokuz yılı Kayseri’nin Bünyan Kasabasına bağlı Karacefenk köyünde geçmişti. Ailesiyle birlikte İstanbul’a geldi, çetin bir yaşam mücadelesinin içinde buldular kendilerini. Yedi kardeştiler. Latife Tekin, bu kardeşlerin arasından “titrek bir gölge gibi sıyrılıp” liseyi bitirdi. Boğuşmanın, direnmenin, savrulmaların ortasında yara bere içinde oturup bu romanı yazdı.

Romanı ilk okuduğumda bambaşka bir dünyanın içine girdiğimi, neredeyse elimden hiç bırakmadan bitirip kapağını kapattığımda birkaç dakika uzaklara dalıp gittiğimi hatırlıyorum. Kusursuz bir roman insanı böyle yapar işte; oturduğunuz koltuktan sizi alır, zamanda, mekânda, insan yaşamlarında bir yolculuk yaptırır, yerinize döndüğünüzde artık aynı insan değilsinizdir.

Sevgili Arsız Ölüm’ü yazıldığı gibi soluk soluğa okursanız (kitaba başladıktan sonra başka seçeneğiniz de yok açıkçası) yaklaşık iki yüz elli sayfa boyunca sadece eşsiz bir edebi hazza ulaşmaz, aynı zamanda birçok duyguyu yoğun bir şekilde yaşar, değişirsiniz.

Kitabı bitirdiğimde Salinger’in ‘iyi kitabı’ tanımladığı sözleri aklıma geldi ve keşke Latife Tekin arkadaşım olsaydı da arayıp onunla konuşabilseydim, diye düşündüm.

Bu düşüncenin üzerinden epey geçtikten sonra 2022 yılında Manisa Kitap Fuarı’nda kendisiyle tanışma ve sohbet etme şansı yakaladım. Fuara imza ve söyleşi için gelmişti. Ben de imza etkinliğim için fuardaydım. Sevgili Arsız Ölüm ile ilgili kendisine şunu söyledim: “Sanki romanı yazmak için masaya oturmuşsunuz ve bir oturuşta yazıp kalkmışsınız.” Gülümseyerek şöyle yanıt verdi: “Hemen hemen öyle oldu zaten.”

Sevgili Arsız Ölüm, Aktaş ailesinin Alacüvek köyünde yaşadıkları ve ardından göç ettikleri büyük şehirde verdikleri yaşam mücadelesini konu edinen iki katmanlı bir roman. Alacüvek dışa kapalı bir köy.

Huvat Aktaş, sürekli kente gittiği ve her gelişinde köylülerin ilk kez gördüğü şeyler getirdiği için köyün dünyaya açılan kapısı bir bakıma. Köydeki yoksulluk ve geleneksel yaşam anlatılırken masallardan, batıl inançlardan, cinlerden, perilerden bolca faydalanılıyor ve tüm bu gerçek dışı saydığımız şeyler roman gerçekliğinde olağan yaşamın bir parçası olarak yer alıyor.

Ailenin en küçüğü Dirmit, yıldızlarla, gökyüzüyle konuşuyor, tulumbayla sırdaşlık yapıyor, herkesin baktığından başka bir gözle bakıyor doğaya, evrene. Şehre göç ettiklerinde de Dirmit’in en büyük sırdaşı kuşkuşotu oluyor. Her fırsatta onunla dertleşiyor.

Şehirdeki yaşam çok daha zor geçiyor. Erkek çocukların farklı işlerde çalışıp baba Huvat Aktaş’la birlikte evi geçindirmeye çalışmaları, Dirmit’in okula gitmesi, Huvat’ın eşi Atiye’nin birkaç kez ölüm döşeğinde Azrail’le kavgaya tutuşması, onunla pazarlık yapıp yaşama dönmesi, sonunda ölmeye karar verdiğinde de Azrail’in görünmemesi, yüreklerin hep “güp güp” atması, kavgalar, dayaklar, evden ayrılmalar, geri dönmeler…

Dirmit’in kuşkuşotuyla dertleşmesi…

-Kuşkuşotu, anneme bir kızıyorum.

-Kızma

-Bildiklerini öğretme diyor ama.

-Bildiğin ne?

-Bilmiyorum.

-Ne bildiğini bilmiyor musun şimdi sen?

-Ne bildiğimi bir bilsem!

-Ne yapardın?

-Annemden gizli, yayardım.

Dirmit bir süre sonra şiir yazmaya başlar. Bir defter tutar. Sözcükler onun için başka bir dünyaya kapı açmıştır artık.

“Güneş doğar doğmaz kâğıdı önüne koydu. Güneş batmadan şiir yazması için kendine emirler savurdu. Güneş dönüp battı. Dirmit bir öfkeyle boş kâğıdı yırttı. Güneşe yenildi. Ayla yarışa kalktı. Ay, şiir olmadan soldu. Sonunda Dirmit şiir yazmanın bir yolunu buldu. Sözcükleri tek tek kafasının içinden alıp yüreğine koydu. Yüreğini “Güp! Güp!” attıran sözcüğü hemen kâğıda yazdı. Yüreğini attırmayan sözcüğü yüreğinden çekip aldı. Dirmit o günden sonra yüreğine kul köle oldu. Yüreği ne yap dediyse onu yaptı, yüreği nereye git dediyse oraya gitti, yüreği ne dediyse onu dedi.”

Sevgili Arsız Ölüm, diliyle, içeriğiyle, kullanılan tekniklerle ama her şeyden önce içtenliğiyle Türk edebiyatının en önemli yapıtlarından biridir. Türkiye’de büyülü gerçekçilik akımının ilk örneklerinden kabul edilir ve Yüzyıllık Yalnızlık romanıyla benzerlikler kurulur. Hakkında birçok makale, tez, inceleme yazıları yayımlanmıştır. İlk yayımlanışının üzerinden kırk yıl geçmesine rağmen bugün hâlâ okunmakta, yeni kuşaklarla da buluşmaya devam etmektedir. Bu kitabın ardından birçok roman yayımlayan, kitapları yabancı dillere çevrilen Latife Tekin, Gümüşlük Akademisi’nde hem yazmaya/üretmeye, hem de ürettiklerini, deneyimlerini paylaşarak edebiyatçılara ışık olmaya devam ediyor.

Dirmit de bir süredir tiyatro sahnesinde yaşıyor. Romandan uyarlanan Sevgili Arsız Ölüm Dirmit oyunu Tiyatro Hemhâl tarafından sahneleniyor, Dirmit’i Nezaket Erden canlandırıyor.

Bu yazıda büyülü gerçekçilikten, Sevgili Arsız Ölüm’de kullanılan tekniklerden, metinlerarası ilişkilerden özellikle söz etmedim. Bunlarla ilgili internette bolca kaynak var. Meraklıları inceleyebilir.

Ben sadece bu eşsiz yapıtın kıymetini bir kez daha vurgulamak ve henüz bu romanla tanışmamış insanlara tanıtmak istedim.

Şunu da belirtmeden geçmeyeyim, büyülü gerçekçilik akımının özellikleri üzerinden Sevgili Arsız Ölüm ile Yüzyıllık Yalnızlık arasında benzerlikler kurmak, karşılaştırmalar yapmak bu romanın ‘biricikliğini’ gölgeleyen bir şeydir. Sevgili Arsız Ölüm bütün büyük romanlar gibi ‘özel’ bir romandır.

e-posta: [email protected]

*Sevgili Arsız Ölüm, Latife Tekin.

Adam Yayınları, 3. Basım 1984. 218 sayfa.

*Sevgili Arsız Ölüm, Latife Tekin.

Can Yayınları, 17. Basım, 2022. 247 sayfa.