Barış Bıçakçı’nın hem öykülerinde hem romanlarında okuru alıp sarmalayan, onu okuduğu koltuktan kaldırıp yolculuğa çıkaran ve son cümlesine kadar büyüleyen bir sihir var. O sihir yazarın üslubu, Türkçeyi kullanmasındaki ustalığı, kelimelerle yepyeni bir dünya yaratıp okuru içine çekebilmesi. Kitaplarının isimleri bile ne güzel:
“Doğum Lekesi Gibi Bir Gülümseme”,
“Aramızdaki En Kısa Mesafe”,
“Bizim Büyük Çaresizliğimiz”,
“Herkes Herkesle Dostmuş Gibi”,
“Bir Süre Yere Paralel Gittikten Sonra”,
“Sinek Isırıklarının Müellifi”…
Barış Bıçakçı okurken edebiyatın birden fazla hazzını yaşıyorsunuz. Hem bir hikâyenin içine dalıyor ve son cümleye kadar çıkamıyor, çıkmak istemiyorsunuz, hem de öyle güzel cümlelerle karşılaşıyorsunuz ki, yüzünüzde bazen acı, bazen neşe dolu bir gülümsemeyle cümleye takılıp kalıyor, yeniden okuyor, okuyorsunuz. Tarihi Kırıntılar romanında da böyle cümlelerden çokça var:
“İnsanın kendi hayatını doğru düzgün düşünebilmesi için kronolojiyi avucunda tavla zarı gibi sallayıp atması gerekiyor.”
“Kendi fikrimiz diye söylediğimiz şey aslında çoğu zaman başkasından okuduğumuz, duyduğumuz şeyin belleğimizin duvarlarına çarparak gelen bir yankısı.”
“Bütün iyi şiirlerin üzerinde okurun tırnak izleri…”
“Şair, mutfak masasındaki kırıntıları avucunda toplarken sabahı, öğleni, akşamı, masada oturanların geçmişini toplar. Pencerenin önüne serper sonra onları.”
“Sevdiklerimizin ayağının tökezlemesini, kucağımıza düşecekler diye isteriz!”
Romanın merkezinde hakkında hiçbir şey bilmediğimiz, yazarın bize göstermediği, kendisinin de görünmeye hiç niyeti olmayan bir kişi var: Meral. Meral, 19 yaşındayken bir şairin peşinden giderek ortadan kaybolur. Bu kayboluş anne babasının, daha çok da beş yaş küçük kardeşi Can’ın tüm hayatını etkiler. Ailenin tüm üyeleri Meral’in izini bulmak için şiirin peşinden gider.
Can büyür, gazeteci olur. Bir dergide kültür sanat editörlüğü yapar. Bir kitap projesi oluşturur: Şairlerle söyleşiler yapar, isimlerini vermediği şairlerin anlattığı hikâyeleri kurgular, düzenler.
Roman iki ayrı zaman diliminde ve üç katmanda ilerler. Meral’in kaybolduğu (şairin ya da şiirin peşinden gittiği) 1992 yılından 2006’ya kadar olan bölüm, Can’ın şair söyleşileri projesine başladığı 2014 ile 2018 yılları arasındaki dönem ve şair hikâyelerinin kendi ağızlarından anlatıldıkları bölümler.
Yani kitabı okurken ülkenin ve toplumun yaşadıklarından ‘kırıntılarla’ karşılaşırken aynı zamanda hem Can’ın hikâyesini, hem şairlerin hikâyelerini, hem Can’ın hazırladığı kitabın yolculuğunu izliyoruz. Hem roman okuyoruz, hem öykü, hem de şiir…
Edip Cansever’in “Neler Almalıyım Yanıma?” şiirini bilenlerin farklı tatlar alacağına eminim.
Bölümler arasında geçişlerde Poetika başlığıyla kısa paragraflar var ki, şiir üzerine kurulmuş çok güzel, derin, düşündürücü cümlelerle karşılaşıyoruz. Yukarıda ikisini alıntıladım. Birini daha yazayım:
“Şair, kendisinden önceki şiir ile kendisinden sonraki şiirin birleşmesinden doğar.”
Barış Bıçakçı’nın dildeki ustalığına örnek olarak bir filmi anmadan geçemeyeceğim. Birçok ödül almasına rağmen hak ettiği kalabalıklara ulaşamadığını düşündüğüm 2017 yapımı bir film: “İşe Yarar Bir Şey”. Pelin Esmer’in bence en iyi filmi. Filmin senaryosu Barış Bıçakçı ve Pelin Esmer’e ait. Başak Köklükaya, Öykü Karayel, Yiğit Özşener şahane oynamışlar. Filmin ne anlattığıyla ilgili bir şey söylemeyeceğim. Sadece şu kadarını belirtmekle yetineyim, şiir gibi bir film olmuş.
(Bazı okurların aklına Bizim Büyük Çaresizliğimiz adlı film de gelmiş olabilir. Barış Bıçakçı’ının aynı adlı romanından uyarlanan filmi ne yazık ki beğenmemekle kalmadım, keşke o cânım roman filme çekilmeseymiş diye iç geçirdim.)
E-posta: engin.topuz45@gmail.com
*Tarihî Kırıntılar, Barış Bıçakçı. İletişim Yayınları.
1. Baskı, 2019. 194 sayfa.