262- Sevdiğim roman başlangıçları: (10)
“Zamanların en iyisiydi, zamanların en kötüsüydü, hem akıl çağıydı, hem aptallık, hem inanç devriydi, hem de kuşku, Aydınlık mevsimiydi, Karanlık mevsimiydi, hem umut baharı, hem de umutsuzluk kışıydı, hem her şeyimiz vardı, hem hiçbir şeyimiz yoktu…” İki Şehrin Hikâyesi, Charles Dickens.
263- Tüm zamanların en çok satan romanı İki Şehrin Hikâyesi’dir. İlk kez yayımlandığı 1859’dan günümüze değin 200 milyonun üzerinde satıldığı tahmin edilmektedir.
264- Charles Dickens klasik edebiyatçılar arasında hem yaşarken ünlenen, hem de bu ününün maddi karşılığını fazlasıyla alan, almayı beceren bir dahidir. Yaşamı boyunca yazarlıktan 40 milyon pound kazanmıştır! Charles Dickens hem İngiltere’de hem Amerika’da öylesine popüler olmuştu ki, Oliver Twist’in yayımlandığı sıralarda yaptığı Amerika seyahatinde onu limanda 6 bin kişi bekliyordu!
265- Bu başarının sırrı şuydu: Charles Dickens romanı parça parça yayımlamayı ilk akıl eden kişiydi. Hiçbir romanını önceden bir bütün halinde yayımlamadı. Hepsini önceden fasiküller halinde satışa sundu. Ama bununla da kalmadı. Son fasikülün yayımlanmasıyla romanı bir de bütün olarak, yaldızlı şeritleri olan deri kapaklarla yayımladı ve bir de öyle sattı. Yetmedi, o ucuz kağıtlara bastıkları ilk halini de ciltletip koleksiyoncu baskısı olarak sattı. Yani Charles Dickens aynı kitabı aynı okurlara üç kez satabilen ilk yazardı! Önce parça parça, sonra ciltli ve sonra da koleksiyoncu baskısı olarak.
266- David Copperfield, Tolstoy’un başucu kitabıydı.
267- Edgar Allan Poe’ya büyük ün kazandıran Kuzgun şiirinin adı Dickens’ın Grip adını verdiği evcil hayvanı kuzgundan geliyordu. İki yazar, Dickens’ın Amerika seyahatinde tanıştılar, öğle yemeği yediler. Dickens, kuzgunun acı ölümünden dolayı üzgündü. Poe’ya onun nasıl öldüğünü anlattı. Poe, bu karanlık öyküden çok etkilendi ve o sıralarda yazdığı şiire Kuzgun adını verdi.
268- Poe’nun hayatı Dickens’ın aksine sefalet içinde geçti.
269- Poe’nun eserlerinde güzel kadınların ölmesi, sonra yeniden dirilmesi sık rastlanan bir durumdur. Çünkü küçük yaşlarından itibaren çok sevdiği, âşık olduğu bütün kadınlar gözlerinin önünde ölmüştür:
Poe üç yaşındayken annesi tüberküloza yakalandı ve kısa sürede öldü.
Lisede okurken arkadaşının annesini kendi annesine çok benzetti, ona platonik bir aşk duydu. Kadın beyin tümörüne yakalandı ve Poe’nun kollarında öldü.
Annesinin ölümünden sonra onu sahiplenen ve büyüten üvey annesi Frances Allan, Edgar on dokuz yaşındayken öldü. Onun da ölüm sebebi gerçek annesi gibi tüberkülozdu.
Akrabası Virginia ile evlendi. Yirmili yaşlarında o da tüberkülozdan öldü.
270- Poe’nun ölüm sebebi ise hâlâ gizemini koruyor. İddia çok: Alkol koması, cinayet, intihar, kolera, kuduz, darp vs…
271- Sevdiğim kelimeler: aylak / gezgin / flanör
272- Flanör isimli romanımın (2020) adını Poe’ya borçlu olduğumu söyleyebilirim. Fransızca kökenli Flanör kelimesi aylak anlamına gelse de, edebiyatta daha çok “kent gezgini”, yaşadığı şehirde sürekli dolaşarak şehrin kültürel yaşamıyla ilgili kafa yoran, üreten aydın bir kişiliği simgeliyor. Walter Benjamin flanör kavramının ilk olarak Poe tarafından bir öyküde kullanıldığını söyler. Bu öykü “Kalabalıkların Adamı” adlı öyküdür. Kısa ama oldukça çarpıcıdır. Ben de Poe’dan yüz elli yıldan fazla bir zaman sonra bir roman yazarken onun öyküsü zihnimin içinde gezinip durdu.
273- Tabii flanör deyince Baudelaire’i anmadan geçmek olmaz. Özellikle Paris Sıkıntısı adlı eseri şehir yaşamına ilişkin gözlemlerinden oluşan yazıları içerir. Walter Benjamin’e göre, “Baudelaire, yalnızlığı severdi; ama istediği, kalabalığın ortasında yalnız kalmaktı.”
274- Walter Benjamin’in ölümüne kadar üzerinde çalıştığı başyapıtı Pasajlar’ın yaklaşık 30 sayfası Flâneur kavramına ayrılmıştır.
275- Walter Benjamin, Pasajlar’dan: (YKY, Çeviri: Ahmet Cemal)
“Cadde, Flâneur için konuta dönüşür; sokaktaki adam, kendi dört duvarının arasında nasıl evinde olduğunu duyumsarsa, Flâneur de bina cepheleri arasında kendini evindeymiş gibi duyumsar. Onun gözünde duvarlar, not defterini dayadığı yazı masasıdır; gazete kulübeleri kitaplıklarıdır; café’lerin balkonları da, işini bitirdikten sonra eğilip sokağa baktığı cumbalardır.”
276- Poe ve Gogol aynı yıl doğdular (1809), ilki 40 yıl, diğeri 43 yıl yaşadı. Farklı kıtalarda yaşayıp aynı zamanlarda öyküye hayaleti yerleştirdiler.
277- Nabokov, Gogol için, “..tuhaf bir adamdı,” diyor, “ama dâhiler hep tuhaftır zaten; değer bilir okura, hayat hakkında kendi düşüncelerini geliştirme fırsatını ustaca veren şey sizin o sağlıklı, sıradan yanınızdır.”
278- Gogol tam bir yol tutkunuydu. Tezer Özlü de öyleydi, hayatı “gitmek” üzerine kuruluydu. Tevfik Fikret ise yaşamının bir döneminde inzivaya çekildi, sosyal hayattan elini ayağını çekti. Tıpkı Salinger gibi..
279- Kendi gibi adı da güzel kitaplar:
Bizim Büyük Çaresizliğimiz, Barış Bıçakçı
Bir Paris Semtinin Tüketilme Denemesi, Georges Perec
At Çalmaya Gidiyoruz, Per Petterson
Otostopçunun Galaksi Rehberi, Douglas Adams
280- Kitapları üç biçimde okurum: A- Bazı kitaplara göz atarım. Hakkında bilgi sahibi olurum, derinliğine okumaya değer bulursam ikinci biçimde okunacak kitaplar arasına koyarım. B- Hızlı okurum. Kitaba odaklanırım, not almadan, duraklamadan hızlıca okur bitiririm. Derinliğine okumaya değer bulursam, yeniden okumak için ayrı bir yere koyarım. C- Yavaş okurum. Not alarak, altını üstünü çizerek, üstüme bir elbise gibi kuşanarak okurum.
281- Hızlı okuma yöntemlerine hiçbir zaman ilgi göstermedim. Bu konuyla ilgili birkaç kitaba göz attım. Oldukça yavan buldum. Çalıştığım kurumun zorunlu kılmasıyla bir hızlı okuma kursuna (seminerine?) katılmıştım. Oldukça saçma buldum. Bir metni okuma hızınızı büyük ölçüde metnin kendisi belirler. 600 sayfalık bir Stephen King romanını Foucault’nun Büyük Yabancı’sından daha hızlı okur ve daha çabuk bitirirsiniz. Çünkü Foucault okurken duraklamanız, düşünmeniz, not almanız gerekir. Hadi ikisi de kurmaca olan örnek verelim: 300 sayfalık Silahlara Veda’yı bir çırpıda bitirirsiniz, ama Anayurt Oteli için daha uzun bir zamana gereksiniminiz vardır.
282- Yine de hızlı okumak isteyenler için tek bir önerim var: Çok okumak..
283- Kitap önerileri:
Yılkı Atı, Abbas Sayar. Cem Yayınevi
Piano Piano Bacaksız, Kemal Demirel. Pupa Yayınları
284- Özellikle yeni kuşak yazarlarda “devrik cümle kurma hastalığı” olduğunu düşünüyorum. Fiil ile özneyi yer değiştirince cümleyi devrik hale getirdiklerini ve daha çekici kıldıklarını sanıyorlar. Cümlenin öğeleriyle saklambaç oynamanın üsluplarını daha edebi yaptığı yanılgısına düşüyorlar. Sıklıkla devrik cümle kullanarak okumayı handiyse katlanılmaz hale sokuyorlar. Onlar cümleleri devirdikçe biz okurlar da gözlerimizi deviriyoruz.
285- “Kardeşlerimi tanrı yarattı, ama dostlarımı ben seçtim.”- Goethe
engin.topuz45@gmail.com