Manisa

Ramazan sayfası (On beşinci gün) Manisa’da bugün iftar saat kaçta?

Bin aydan daha hayırlı Kadir Gecesini içinde barındıran Ramazan ayı Manisa’da heyecanla karşılandı. Manisa’da Ramazan’ın on beşinci gününde oruçlar saat 19.44’de açılacak.

Abone Ol

06.04.2023 Perşembe (15 Ramazan 1444 )

İslam’ın beş temel esasından birisi olan oruç ibadeti 11 ayın sultanı mübarek Ramazan ayında gerçekleştirilir. Oruç tutan Manisalılar saat kaçta sahura kalkacaklarını ve ne zaman iftar yapacaklarını sorgulamaktadır. Sahur vakti sabah güneşi doğmadan biter. İftar saati ise güneşin batışından sonra başlar.

Manisa’da Ramazan’ın on beşinci gününde Oruç Saat Kaçta Açılacak?

06 Nisan 2023 Perşembe günü saat 19.44’de okunacak olan akşam ezanı ile birlikte Manisa'da iftar vakti başlayacak ve 11 Ayın Sultanı Ramazan ayının on beşinci gün  oruçları açılacak.

Manisa’da Ramazan ayının on altıncı gününde sahur vakti saat kaçta?

Ramazan’ın on altıncı gününde  (07 Nisan Cuma) Manisa’da sahur vakti ise saat 05.15’de.

Günün Ayeti:

“Sonra bunların ardından artık namazı kılmayan ve nefsânî arzulara uyan bir nesil geldi. Bunlar elbette azgınlıklarının cezasını bulacaklardır.” (Meryem, 19/59)

Günün Hadisi:

“Dört huy vardır ki kimde bulunursa o kişi tam bir münafık olur. Bunlar: bir şey emanet edildiğinde ihanet etmek, konuştuğunda yalan söylemek, söz verince sözünden dönmek, düşmanlıkta haddi aşıp haksızlık yapmaktır.” (Buhârî, Îmân, 24)

Günün Duası:

“Ya Rabbi! Bizi lütfunla rızıklandır! Ya Rabbi! Bize lütfettiğin her bir rahmet damlasını imanımızın ve kulluğumuzun artmasına vesile eyle! Bedenimize ve ruhumuza ferahlık sebebi eyle! Çorak ve kurak topraklara bolluk ve bereket kaynağı eyle Ya Rabbi!”

Günün Makalesi:

BİRLİKTE YAŞAMA AHLAKI / Abdullah GÖLÜKCÜ / Akhisar İlçe Uzman Vaizi

Rabbimizin, Hz. Âdem’i (a.s.) yaratmasıyla varlık sahnesindeki serüvenimiz başladı. İmtihana tabi tutulmaktı bu başlangıcın sebebi. Bununla birlikte insanlık ailesine, kıyamete kadar devam edecek ağır bir mesuliyet de yüklendi. Hepimiz, bir arada yaşayacağımız bu alemi imar etmekle görevlendirildik.

Ancak bu ulvi yaratılış hikmet ve gayesi zaman zaman unutuldu. Tarih, aynı özden gelen ve kardeş olan insanlar arasındaki nice üstünlük yarışlarına, bu yolda değerlerin tüketilişine, insan onur ve haysiyeti ile bağdaşmayan nice uygulamalara, zulümlere şahit oldu. Âlemlerin Rabbi, Muhammed Mustafa (s.a.s) vasıtasıyla insanlığı yeniden uyardı. O’na, hayat kitabı Kur’an’ı vahyetti; her daim birlik ve beraberliği, ahlakı, adaleti, hak ve hukuku diri tutan Kur’an’ı gönderdi.

Kutlu Nebi, hak, hakikat, ahlak anlayışı ile insana insanlığını bir kez daha hatırlattı. Merhamet ve adalet yüklü mesajlarıyla, bütün insanların Allah’ın kulu olarak değerli olduğunu bir kez daha haykırdı. Allah Resûlü, insanlar arasında gerçek eşitliği öğretti. Beşer tarihi, canın, malın, inancın, haysiyetin kutsallığına dair en nadide örnekleri onun uygulamalarında gördü. O, “Hepiniz Adem’densiniz. Adem ise topraktan yaratılmıştır.” diye anladığımız sözüyle cahiliyyenin makam, mevki, şan, şöhret, servet, asabiyet üzerine kurulu sahte değer yargılarını yok etti. Peygamberimiz, yaşamak için kardeşini öldürmekten çekinmeyenlerden oluşan toplumu, kardeşini yaşatmak için çırpınanlardan oluşan bir topluma dönüştürdü.

Allah Resûlü’nün temellerini attığı kadim geleneğimizde, birlikte yaşamanın en güzel örnekleri sergilendi. Asırlar boyu, başta Anadolu olmak üzere, İslam coğrafyasında farklı din, dil, ırk, mezhep ve meşrep mensupları temel hak ve hürriyetlere saygı temelinde, güven içerisinde bir arada yaşadı.

Üzülerek belirtmek gerekir ki; birlikte yaşama konusu, günümüz toplumlarının en başta gelen problemlerinden biri haline geldi. Bunu aşmak için Müslümanlar olarak bizler, her şartta Kur’an’ın hayat veren ilkelerine uymakla yükümlüyüz. Hz. Peygamber’in (s.a.s) çağlar üstü örnekliğini esas almakla mükellefiz.

Unutulmamalıdır ki: İnsanlığın ve İslam ümmetinin şiddet sarmalından kurtulmasının yolu, Kur’an’ın ve Peygamberimizin rahmet ve hikmet yüklü mesajlarında mevcuttur. Coğrafyamızın yeniden selam ve eman yurdu olması, İslam’ın medeniyetler inşa eden eşsiz ilkelerine sımsıkı sarılmaktan geçer. Farklılıkları çatışma ve yıkım sebebi değil, ilahi kudretin delili olarak görebilmekten geçer. Ülkemize, gönül coğrafyamıza ve insanlığa barış, huzur, merhamet, şefkat, adalet ve fazilet aşılamanın yolu, birlikte yaşama ahlakını yeniden yaşanır kılmaktan geçer.

Ramazan-ı Şerifin, aramızdaki saygı, ülfet, muhabbet, kardeşlik, paylaşma, yardımlaşma, dayanışma duygularının pekişmesine vesile olmasını Rabbimizden niyaz ediyoruz.

*Diyanet İşleri Başkanlığımızın hutbesinden istifade edilerek hazırlanmıştır.

Günün Fetvası:

İbadeti yerine getirmeyenlere herhangi bir ceza var mıdır?

Allah Teâlâ’nın Kur’an-ı Kerim’de belirlediği cezalara had cezaları denir. Resûlü’nün (s.a.s.) belirlediği ve dünyada verilecek herhangi bir ceza söz konusu değildir. İbadetleri terk etmenin hırsızlık suçunda, adam öldürmede olduğu gibi dünyevi bağlamda had cezası yoktur. Ayet ve hadislerde ibadetlere yönelik çok fazla emir ve teşvik, terkedilmesi durumunda ise birçok uyarı bulunmaktadır. Allah’ın farz kıldığı ibadetler terkedildiğinde kişi günaha girmiş olur. Bu nedenle ibadetleri yerine getirmek her Müslümanın görevidir. İhmal edilmemelidir. Dolayısıyla terkedilen ibadetler nedeniyle girilmiş olan günahların da ahirette cezaları vardır. Bu cezaların süresi belli değildir. Cehennemliklere "Sizi şu yakıcı ateşe sokan nedir?” diye sorulduğunda onlar şöyle cevap verirler: “Biz namaz kılanlardan değildik; yoksulu doyurmuyorduk; (günaha) dalanlarla birlikte biz de dalıyorduk, ceza gününü de asılsız sayıyorduk, sonunda bize ölüm geldi çattı.” (Müddessir, 74/42-47)

Kıssa:

Kendin için istediğini arkadaşın için de iste:

Sahabeden bir kadın elinde bir kumaşla Hz. Peygamber’in yanına gelerek, “Bunu giymeniz için kendi elimle dokudum.” dedi. O günlerde böyle bir kumaşa ihtiyacı olan Efendimiz bu hediyeyi aldı ve giyinerek ashâbın yanına geldi. Fakat bir sahabenin, “Yâ Resûlallah, bunu bana giydir!” demesi üzerine Rahmet Elçisi, bu sahabeyi kırmadı ve evine döner dönmez kumaşı katlayarak ona gönderdi. (Buhârî, Libâs, 18) Peygamberimiz, insanın kendisi için isteyebileceği bütün güzellikleri kardeşi için de dilemeyi, kendisinin sakındığı bütün kötülüklerden onun da uzak olmasını arzu etmeyi imanın bir gereği sayarak, ‘kendisi’ ve ‘başkası’ ayrımını adeta ortadan kaldırmıştır. Onun bu öğretisi, Mekke’den Medine’ye hicret sonrasında ensar’ın muhacirlere gösterdiği davranış biçimiyle zirve noktasına ulaşmıştır. Allah’ın övgüsüne mazhar olan bu tutum, (Haşr, 59/9) "gerektiğinde başkasını kendisine tercih etme anlayışı" (îsâru’n-nefs) olarak İslâm ahlâkının şahikasını oluşturmuştur.

SÖZLÜK:

Îsâr:

Bir şeyi veya bir kimseyi seçmek, üstün saymak anlamına gelen diğerkâmlıkla eş anlamlı olarak kullanılan Îsâr, Kur’an-ı Kerim ve Hz. Peygamber’in bize öğrettiği güzel ahlâkın âdeta zirvesidir. Îsâr, çok yönlü ve geniş kapsamlı bir ahlâkî vasıftır. Bu ahlaki vasıfların yansıdığı bir alan da cömertliktir. Îsar; cömertlikte son noktadır. Cömert kimse mal tutkusuna mağlup olmayan kimsedir. Mal tutkusu, onu elinde bulundurma sevgisi bazen insanın benliğine hakim olabilir. İşte bu halde olan birey, malını başkalarına vermeye, dinî tabirle infak etmeye güç yetirir ve bu davranışından dolayı bir sıkıntı duymazsa o kimse cömert bir kimsedir. Cömertlik, malı boş yerlere harcamak değildir. Mal ve servet özü itibariyle kötü bir şey değildir, çünkü o, Allah’ın insanlığa bahşettiği en büyük nimetlerden birisidir. Onun yerli yerinde, ihtiyaç halinde kullanılması gerekir. İhtiyaç zamanında harcanmaması cimrilik, gereksinim duyulmadığı halde saçıp savrulması da israf olmaktadır.

HER CÜZDEN 3 MESAJ:

15. CÜZ On beşinci cüzde öne çıkan 3 konu (mesaj):

1. ALLAH’IN DESTEĞİ

Tebliğe Devam Eden ve Sıkıntılara Sabredenlere Allah Yardım Eder/Destekler

İsra suresinde Allah’ın sonsuz gücü anlatılmaktadır. Ayrıca İsra (gece yolculuğu) mucizesi ile İslam’ın, önceki peygamberlere gönderilen ilahî dinlerin devamı ve sonuncusu olduğu mesajı verilmektedir. İslam, aslında Hz. Adem’le başlayan bir süreçtir. O dönemde Mekke’de inşa edilen Kâbe, yeryüzünün ilk mabedidir. Daha sonra Kudüs’te Mescid-i Aksa inşa edilmiştir. Son peygamberin gelişi ile İslam yeniden yeryüzüne Mekke’den yayılmıştır. Bu açıdan Mescid-i Haram (Kâbe) ile Mescid-i Aksa (Kudüs) arasında bir bağ bulunmaktadır (İsra, 17/1). Surede İsra olayından sonra Hz. Musa dönemine geçilir. Çünkü o dönem tarihin önemli kırılma noktalarından birisidir ve Hz. Musa’ya gönderilen 10 emrin büyük bir bölümü bu surede âdeta yeniden emredilir. “Allah’a şirk koşmayacaksın, öldürmeyeceksin, zina etmeyeceksin, çalmayacaksın….vd.” (İsra, 17/11-54).

2. ALLAH İÇİN HİCRET

Surenin ikinci bölümünde Hz. Adem’in yeryüzüne inişi ve şeytanın yeryüzündeki tuzakları anlatılıp (İsrâ, 17/61-67), ardından hicret duası zikredilir (İsrâ, 17/80). Bununla sanki bir yıl sonra olan hicrete bir hazırlık ve asıl imtihanın hicretten sonra başlayacağına dair bir mesaj verilmektedir. Surenin son tarafında ise, Hz. Peygamber’e ve Müslümanlara önemli uyarılar bulunulmakta (İsrâ, 17/89-103) ve özellikle İsrailoğullarının bir araya geldikten sonra yeryüzünde çıkaracakları ikinci büyük fitneye karşı hazırlıklı olma uyarısı yapılmaktadır (İsrâ, 17/4-7, 104).

3. HİCRETLE BAŞARILI OLMAK

Ayrıca bu cüzde Kehf suresinin ilk yarısı bulunmaktadır. Surenin başında bir grup inanmış gencin hicreti anlatılır. Sığındıkları mağarada kaderin tecellisi ile 309 sene uyutulurlar, sonra uyanırlar. Uyandıkları yüzyılda ahiret ve dirilişe imanda bir zayıflık olsa gerek ki, (özgürlüğe giden yolda) insanlara böyle bir “diriliş” örneği gösterilir. 309 sene sonra bu gençler yeniden yeryüzüne gelirler. Bu surede de Müslümanları (sahabeyi) hicrete hazırlama ve onlara moral verme söz konusudur. Allah için hicret edenlerin başarılı olacakları vurgulanır (Kehf, 18/9- 31); Sonra Hz. Musa ve Hızır olayı ile şer gibi görünen hadiselerin hayır olabileceği/hayırla sonuçlanabileceği ve biraz sabredilmesi gerektiği ifade edilir (Kehf, 18/60-82)