Şarlatanlığın İktidarı

Şarlatanlığın İktidarı
Abone Ol

Türkiye, uzun süredir örgütlü bir akıl ve vicdan tasfiyesinin pençesinde. Düşünenin, sorgulayanın, üretenin sistemli şekilde itibarsızlaştırıldığı, toplumun ortak değerlerinin hedef alındığı bir dönemden geçiyoruz. Bu sürecin en görünür aktörleri ise ekran ekran dolaşan, sosyal medyada kitleleri galeyana getiren, kürsülerden nefret saçan sözde hocalar: Halil Konakçı, Ebubekir Sıddık Kaya, Fatih Kalender, Hüseyin Çevik, Cübbeli Ahmet ve benzerleri… Bunlar yalnızca bireysel çıkışlar yapan marjinal figürler değil, ülkenin temel yapı taşlarını aşındırmayı amaçlayan organize bir anlayışın parçası gibi hareket ediyorlar.

Cumhuriyet’in kurucu ilkeleri olan laiklik, eşit yurttaşlık, kadın-erkek eşitliği ve bilimsel düşünce bu kişilerin doğrudan hedefinde. Çünkü biliyorlar ki, bu değerler ortadan kaldırıldığında sorgulayan, hesap soran, özgür bireyler de ortadan kalkar. Onların asıl amacı bireyi edilgenleştirmek, halkı dogmalara teslim etmek ve toplumu itaat eden kalabalıklar yığınına dönüştürmektir.

Üstelik son dönemde saldırıları yalnızca Cumhuriyet kazanımlarına değil; toplumun ortak hafızasına, bizi biz yapan değerlere de yönelmiş durumda. Adile Naşit gibi iyiliğin, samimiyetin ve sevginin simgesi bir sanatçıya dahi dil uzatıyorlar. Kemal Sunal gibi adalet duygusunu mizahla birleştiren, bu halkın vicdanı olmuş bir değeri dahi çirkin sözlerle aşağılıyorlar. Çünkü bilirler ki Adile Naşit de, Kemal Sunal da, bu toplumun harcıdır. Onlar susturulursa, ortak iyinin, ortak sevincin ve ortak vicdanın direnci kırılır. Geriye sadece öfke ve nefret kalır. Tam da istedikleri gibi.

Bütün bu sözde maneviyat söylemleri, tevazu nutukları bir yandan sürerken, diğer yanda lüks ve gösterişin sınırlarını zorluyorlar. Milyonluk arabalara biniyorlar, malikânelerde yaşıyorlar, koruma ordularıyla dolaşıyorlar. Halkı kanaate davet edenlerin şatafatı sınır tanımıyor.

Peki bu servet nereden geliyor?

Kim finanse ediyor bu gösterişli hayatları?

Halka tasarruf tavsiye eden, çalışanın yemek fişini sorgulayan, esnafın arabasının benzin fişiyle uğraşan Maliye Bakanı Mehmet Şimşek ve bürokratları neden bu soruyu sormaz?

Neden bu servetler denetlenmez?

Neden bu zenginliğin kaynağına dair bir soruşturma açılmaz?

Bir de bunun üstüne adeta trajikomik bir tablo ekleniyor; Menzil Tarikatı’nın miras kavgası… Yıllarca dünyadan el etek çekmeyi, mal-mülk peşinde koşmamayı öğütleyen bir yapının lideri ölünce, milyarlarca liralık servet paylaşılmayınca kardeşler birbirine düşüyor, sokaklarda kavga ediyorlar. Hastaneler, oteller, inşaat şirketleri... Hepsi paylaşılamıyor. Ve bu kavganın çözümünü nerede arıyorlar? Yıllarca düşman belledikleri Cumhuriyet’in mahkemelerinde! Atatürk’ün hukuk sisteminde hak arıyorlar. Bu bile başlı başına, geldikleri noktanın özetidir.

Ancak şu gerçeği artık açıkça ortaya koymak gerekiyor:

Bu bağıran, öfke kusan, toplumun ortak değerlerine saldıran kesim sandığınız kadar büyük değil. Türkiye’de çoğunluk Cumhuriyet’in, laikliğin, eşit yurttaşlık ilkesinin, kadın haklarının ve bilimin yanında durmaktadır. Bu geniş toplum kesimi, hâlâ Türkiye’yi ayakta tutan gerçek güçtür. İşçiler, öğretmenler, akademisyenler, sanatçılar, iş insanları, gençler ve kadınlar… Onlar Cumhuriyet’in asli sahipleridir ve unutulmasın ki bu ülke hâlâ onların emeğiyle, bilgisiyle ve vicdanıyla dönüyor.

Gürültüyü çıkaranlar azınlıktır. Hem de azgın bir azınlık.

Sesleri çok çıkıyor diye güçlü olduklarını sanmayın. Arkalarında destekleyen bir yapı ve medya desteği olmasa, toplumun içinde yankılanacak halleri dahi yok. Amaçları bu bağırış çağırışla çoğunluğu sindirmek, yıldırmak ve sessizleştirmek.
Ancak bu düzen sürdürülebilir değil. Çünkü Cumhuriyet bir tesadüf değil; halkın onur mücadelesinin, aklın ve bilimin zaferinin sonucu. Eşit yurttaşlık insan onurunun güvencesi ve bu haklardan vazgeçildiği anda toplumsal çöküş hızlanır. Türkiye’nin yeniden bu değerlere sarılması, laiklikten, bilimden, kadınların eşitliğinden ve hukukun üstünlüğünden asla taviz vermemesi şart. 

Bugün bu şarlatanlığın karşısında durmak yalnızca bir tercih değil, bir zorunluluk. Bu ülkenin geleceği hurafeyle değil, akılla; nefretle değil, ortak yaşamın barışıyla; şatafatla değil, alın teriyle kurulacak.

Atatürk’ün mirası olan Cumhuriyet’i yaşatmak, onu lafla değil, cesaretle, emekle ve kararlılıkla savunmayı gerektirir.
Ve unutulmamalıdır ki, tarih boyunca susturulmaya çalışılanlar değil; çalışanlar, üretenler, hakikatin yanında duranlar kazandı.

Bu kez de öyle olacak.

Ve sonunda yine Cumhuriyet kazanacak.