SULTAN CAMİ VE LUNAPARK...

Abone Ol


Hepsi insan gücüyle çalışan, ahşap küçük sevimli , bizi hayal alemine götüren oyuncaklardı. Küçük tren vagonlarının üzerinde şehir isimleri yazıyordu. Hangi şehir ismi yazan vagondaysak, oraya gidiyormuş gibi hayal eder, diğer vagondaki arkadaşımıza "Ankara'ya gidiyoruz, İstanbul'a  gidiyoruz" diye hava atardık. Dikdörtgen şeklindeki küçük tahta dönme dolaplarda en tepeye çıkınca sevinçten uçardık... Karıncaya benzemeyen atlıkarıncalar yarış atımız olur, "ben kazandım, seni geçtim "diye birbirimizle yarışırdık...

Hele o çadırlar... Çadır önündeki çığırtkanlar... Çadır bezindeki denizkızı, aslan, kaplan resimleri... En çok o çadırların içini merak ederdim...Çok merak ettiğim çadırın içine girince, hiçde umduğum gibi olmadığını görüp, uğradığım düş kırıklığı... Zincirle ayrılmış bölümde huzursuzca dolaşan bir ayı ve belden aşağı balık kostümü giydirilmiş bir kız... Saçma sapan hikayeler anlatan, bul karayı , al parayı benzeri  bir oyunun reklamını yapan biri...Ve bir de hiç unutamadığım o vantrolog...Sandalyenin üstünde elinde kukla olan bir adam, önce kendi konuşuyor, sonra elindeki kuklayı ustalıkla hem hareket ettiriyor, hem de konuşturuyor, bu ilginç diyaloğu dakikalarca hayranlıkla izliyor, o kuklanın nasıl konuştuğunu anlamaya çalışıyordum. Aklıma radyo reklamlarındaki Orhan Boran'la Yuki geliyor, Yuki'yi seslendirenin Orhan Boran olduğunu o zamanlar  zaten bilmiyordum. Kendimi bu sihirli dünyanın havasına kaptırıyor, sık sık geride kalıyor, sonra koşarak ailemin yanına gidiyordum.

Oyuncakların hepsinden hevesimizi aldıktan sonra, mevsimine göre közlenmiş veya kaynamış mısır, kağıt helva, gevrek, küçük külahta dondurma... Limonata, sumuhallebisi, şambali... Külahta  çiğdem... Bunlardan bir kaçını mutlaka alırdık... Sağda solda oyuncak ve balon satanlar...

Bir curcuna, bir eğlence ki...Herkes mutlu, neşeli... Bayramın enaz iki günü bu lunaparkta mutlu bir şekilde geçiyordu. O yıllarda lunapark ve bayramlar çok güzeldi...