UCUNDAN KULAĞINDAN MANİSA
Bayram sabahı erkenden kurbanı aldığımız çiftliğe gittik.
Son yıllarda İzmir, Manisa ve genel olarak da Türkiye'de hayvan kesim yerlerinde kurbanlıkların nasıl acı çektiğini görüyor, üzülüyordum. Otomatiğe bağlanmış gibi vekalet alıp hayvanı kesip kesilmeden önce ve sonra saatlerce hayvanı bekletmek...
Hijyenden uzak, manevi havanın olmadığı, herkesin biran önce kurban işini bitirmek istediği...
Yoğun bir koşuşturma içinde geçen yorucu bir ritüele dönen, o mübarek gün...
Burada geldiğimiz çiftlik inanılmaz derecede temiz ve duzenliydi. Çiftlikte diğer hayvan çiftliklerinin aksine, insanın genzini yakan pis koku, sinek ordusu yoktu. Kurbanlıklar tertemiz yıkanmış ,sevgiyle büyütülmüş, neşeli sesleriyle sanki bayramı kutluyorlardı.
Kurbanlıkları yetiştiren Naime Hanım, "Bu koçların hepsi elimde büyüdü. Hepsini ayrı sevdim. Hiç birine kıyamam. O yüzden biz kurbanlık koçumuzu başka yerden aldık" dedi.
Biz kurbanı kesecek kasabı beklerken bu arada diğer kurban sahipleri de gelmeye başlamıştı. Naime Hanım yer sofrasında kahvaltı hazırlamıştı. Bizleri davet etti.
Sofra mütevaziydi ama çiftlik sahibi ve çalışanları öyle zengin gönüllü insanlardı ki...
Herkes bir biriyle bayramlaşmış,bir anda kaynaşmıştı. Bayram sohbeti çok sıcaktı.
Kasap henüz gelmemişti. Sohbet sırasında bizim nereli olduğumuzu sordular. Manisa'dan geldiğimizi söyleyince, içlerinden biri, "Manisa mı? Oyy! Ben Mersinliyim, Manisa'yı hiç unutamam. Hele gündoğusu rüzgarının kırbaç gibi yüzümde şakladığı sabahları...1990 yılında askerliğimi Batı Kışla'da yaptım" dedi.
Elimde olmadan güldüm. İkinci bir gündoģusu vakası duyuyordum.
Manisa'da bizim hiç ilgimizi çekmeyen, bazı kış günlerinde esen gündoğusu rüzgârı yabancılarda unutulmaz izler bırakıyordu.
Spil Dağı'ndan, Gediz Nehri'nden, sıcağından, rüzgârından, mesirinden...
Kısaca kurban bayramı günü Manisa'yı görmüş Mersinli biriyle Magosa'da karşılaşmak, ucundan, kulağından Manisa'yı yadetmek beni hem şaşırtmış hem sevindirmişti...