-Ödev yasakmış!
-Hiç okulda ödev vermeden çocuk eve gönderilir mi!
-Çocuk evde bari dinlensin yahu!
-Çocuk değil ki yapan ben yapıyorum ödevi zaten!
-Ödev okulda işlediklerini evde pekiştiriyor, evde boş boş durmaz çocuk, versinler işte !
Evet bu konuda herkesin farklı düşündüğünü, neler diyebileceğini tahmin edebiliyorum.
Tüm gün okulda ders takip eden, öğretmeni ile ders konularını işleyen öğrenciler, hele ki dersi ders esnasında konsantre bir şekilde dinliyorlarsa mutlaka başarılı olurlar. Naçizane fikrim bu ve fikrim net bu konuda .
Ders bitiş zili çaldığında evine giden çocuk elbette ailesiyle birlikte olma, kitap okuma, müzik dinleme, televizyon izleme, oyun oynama, dinlenme vb. hakkına sahip olmalı.
Verilen çalışma ya da ödev, ne derseniz deyin adına, sadece merak uyandırmalı çocukta bence.
Sıkıcı bir tekrar olan, sadece bilgiye yönelik verilen ödevlerin dönemi geçti ve geçmeli de diye düşünüyorum. Şöyle ki kütüphanelerde sıraya girip ya da durumları iyiyse kendilerinin veya komşularının evlerinin salonlarında vitrinleri aynı zamanda süsleyen o ansiklopedilerden ödev araştıran öğrencilerden,
günümüzün istediği bilgiyi, istediği anda internet üzerinden ulaşabilmekte oldukları böyle bir dönemde. Şu an Z kuşağıyla birlikte olduğumuzu unutmamak ve onların ihtiyaçlarını göz önünde bulundurarak vereceğimiz çalışmaları kurgulamamız gerekiyor.
Verilen ödevin bir şeyi net kazandırması gerekir; ne mi bu ? öğrenme isteği ve öğrenme heyecanı…
Bu konu her zaman tartışmaya açık bir konudur; ama işlenen tüm ders konularını pekiştirme amacıyla bahsettiğim şekilde ilave çalışmalarla tamamlanması mutlak başarıyı getirecektir.
Burada ailelere büyük sorumluluklar düşmektedir. Onlara bir baba ve eğitimci olarak şunları söyleyebilirim, lütfen öğretmenden çok öğretmen olmayın, çocuğunuza emek veren öğretmenlerle uyumlu olmaya gayret gösterin. Çocuğunuza güzel bir çalışma ortamı hazırlayın, gerekirse odasının düzeninden, ışığın rengine, masasının düzenine kadar takip edin. Öğretmen tarafından verilen çalışma ya da ödev neyse, asla ona müdahale etmeyin; ama mutlaka ne yaptığını, nasıl yaptığını gözlemleyin.
Çocuğunuzun nasıl denk gelirse, gelişigüzel değil, her gün düzenli saatlerde çalışmasını veya kitap okumasını sağlayın.
Zaten bu sorumlulukları kazanan ve düzenli bir şekilde çalışabilen öğrenci, mutlaka başarılı olacaktır. Belki de gerçek başarı bunları kazanabilmektir.
İşte tam burada bu konuyu en iyi açıklayan aklıma ilk gelen söz Ünlü filozof Konfüçyüs’un dediği gibi: “Bir kişiye iyilik yapmak istiyorsan ona balık verme, balık tutmayı öğret.”
Evet ister bir öğretmen ister bir veli olarak çocuklarımıza bırakabileceğimiz en büyük miras ne bir yat, ne bir olta, ne de tekne dolusu balık olacaktır. Ona verebileceğimiz en büyük altın bilezik, hayat denilen bu koca denizde kendi ayakları üstünde durmayı başardığında balık tutmayı öğrenmiş olmasını sağlamamız olmalıdır.
Son olarak pazar gününüzü geçenlerde okuduğum ve çok hoşuma giden tam da konumuzu özetleyen şu güzel hikayeyle tamamlamak istiyorum.
Bir balıkçı ve oğlu her gün çıktıkları balık avından sepetler dolusu balıkla dönerlermiş. Balıkçı oltasıyla balıkları tutar, küçük oğlu ise kayığın arkasında oturarak balıkları sepete koyarmış. Bir gün küçük çocuk babasına: “Baba, artık ben de balık tutmak istiyorum!” demiş. Balıkçı baba: “Oğlum sen daha küçüksün. Balık oltasını tutabilecek güçte değilsin. Sen al şu balığı sepete koy. Gün gelecek sen de balık tutmayı öğreneceksin.” demiş. Günler ayları, aylar yılları kovalamış ve çocuk genç bir yetişkin olmuş. Yine balığa çıktıkları bir gün babasına: “Baba, artık balık oltasını tutabilecek güce geldim. Ben de balık tutsam olmaz mı?” diye sormuş. Balıkçı: “Evet oğlum, balık tutacak güce geldin. Fakat tuttuğun balığı kaçırmadan oltayı çekebilecek bilgiye hala sahip değilsin. Sen sepeti tutmaya devam et, zamanı gelecek sen de balık tutacaksın.” demiş. Günler, aylar, yıllar geçmiş… Çocuk olmuş orta yaşlı biri… Bir gün yine balığa çıktıklarında babasına: “Baba seni defalarca balık tutarken izledim, artık balığı kaçırmadan oltayla çekebilmek için yeteri kadar bilgi edindim.” demiş. Baba tuttuğu balığı sepetçi oğluna uzatarak: “Evet oğlum, balığı nasıl çekeceğin konusunda yeteri kadar bilgi edindin fakat balığı kayığa çektiğinde elinden kaçırmadan oltadan çıkarmak beceri ister. Bu beceriyi kazanmak zaman ister. Daha erken, daha erken.” demiş.
Günler, aylar, yıllar geçmiş ve balıkçı baba olmuş yatalak bir hasta, çocuk ise yaşlı bir amca… Artık kimse balık tutup eve getiremez olmuş. Balıkçı, bir gün onu ziyaretine gelen komşusuna düştüğü durumu anlatmış. Komşu balıkçıya: “Üzüldüğün şeye bak! Benim çocuk çok iyi balık tutar. Senin kayığı, oltayı verdik mi, bir de yanına balıkları sepete koyacak birini ayarladık mı benim oğlum sana her akşam sepetler dolusu balıkla döner. Yalnız balıkların yarısını alırız.” demiş. Balıkçı hemen bu teklifi kabul etmiş ve kayığını, oltasını komşusunun çocuğuna teslim etmiş. Bir de kendi oğlunu çocuğun yanına sepetçi olarak balığa göndermiş. Balıkçının oğlu ve çocuk açılmışlar denize ve başlamışlar balık tutmaya. Balıkçının oğlu kendi kayığı ve kendi oltasıyla balık tutan çocuğu izleyip çok içerlemiş. Çocuğa: “Benim babam çok istememe rağmen bana balık tutmayı hiç öğretmedi fakat görüyorum ki senin baban bu genç yaşına rağmen sana çok güzel bir şekilde balık tutmayı öğretmiş. Gel sen de bana öğret bu işi.” demiş. Çocuk hemen cevap vermiş: “Ama amcacığım, siz bu iş için çok yaşlısınız, balık oltasını tutmak güç ister.” demiş. Balıkçının yaşlı oğlu, genç balıkçının uzattığı balığı boynunu bükerek alıp sepete koymuş ve ölene kadar babasının ona miras bıraktığı kendi kayığında arka sırada oturup, ona miras kalan oltayla balık tutup ona verenleri izlemiş!!!
Takdir sizlerin.
Ödev verirken ya da takip ederken ister bir öğretmen ister veli olarak ya bir balıkçı ya da bir sepetçi yatiştirmek bizim elimizde!!!
Kalın sağlıkla,sağlıcakla…
Mutlu pazarlar (mKNC)