İki haftadır yorum yapamadık Manisaspor’a… Bir hafta sahadaki aritmetik karşımıza çıktı, bir sonrakinde saha koşulları… Ama ikisinde de iyi oynamadığını gördük. Gördük ama mazeret büyük deyip beklemeye başladık. Mersin’de hava güzel, saha orta şek
İki haftadır yorum yapamadık Manisaspor’a… Bir hafta sahadaki aritmetik karşımıza çıktı, bir sonrakinde saha koşulları… Ama ikisinde de iyi oynamadığını gördük. Gördük ama mazeret büyük deyip beklemeye başladık.
Mersin’de hava güzel, saha orta şekerliydi. Bu kez yağmurda yoktu, çamurda… Sahada sakatlıktan dolayı eksilen bir takım vardı. Mecburi değişikliklere gittiler. Hatta mecburen değiştirdiklerini de değiştirdiler.
Manisaspor’u bir tuhaf gördüm Mersin’de… Kazanmaktan çok, kaybetmemeyi düşündüler. Ama kaybetmemek içinde mücadele etmenin gerektiğini bile düşünemediler. Ne bir hırs vardı, ne de bir arzu… Neydi bunun sebebi doğrusu çok merak ettim.
Defansta Mikiç’in yokluğu fazlasıyla hissedildi. Bir kez daha şunu da gördük. Mikiç-Hikmet oluyor. Mikiç-Ümit Yasin’de oluyor. Ama Hikmet-Ümit Yasin olmuyor. Şartlarda bunu gerektiriyor. Görülen ucuz kartlar gün geliyor böyle tırmalıyor. İki tecrübeli gençten ortaya sakat bir durum ortaya çıkıyor. Zaten 27. Dakikada yaptıkları ortaklaşa tuhaf penaltı bunun bir göstergesi. Penaltı, penaltı mıydı? Valla bana tuhaf geldi. Ama iki tane sakarın içinde olduğu pozisyonun bir ürünü oldu. Neyse ki kaleci Volkan bu dakika itibariyle sahneye çıktı. Önce penaltıyı çıkardı. Sonrasında sakarların hatalarından oluşan iki net pozisyonu. Bu arada bir tane de Nduka direğe nişanladı. Bu yarıda Manisaspor ne yaptı dersek, oyunda tutunmaya çalıştı o kadar. Bir Abdülkadir’in pozisyonu, bir de Benjamin’in uzaktan vuruşu. Başka bir şey yok. Pardon var. Hakemle sürekli oynama, itiraz ve ucuz kartlara devam.
İkinci yarıya sakatlanan Ali Tandoğan başlayamadı. Onun yerine giren Serkan’da oyunu tamamlayamadı. İlk yarının, ikinci yarıdan bir farkı olur muydu? Olmadı. Oyun değişmediği gibi, Manisaspor’un oyuna bakışı da değişmedi. İdare etmeye çalıştılar, Volkan yine kalede devleşti. Bir ara Pollyannanın gözlüklerini takıp seyrettim maçı sanki. Futbolda en çok kullanılan bir deyim vardır ya; ‘Atamayana atarlar’ diye… Galiba böyle olacak diye geçirdim içimden.
Öyle goller kaçırdı ki Mersin. Ya da öyle goller kurtardı ki Volkan. Manisaspor, bunların arkasından bir tane kıstırır, atar dedim. Dedim ama, kıstırıp atacak saha adam yok. Abdülkadir hazır değil, Peroviç kayıp. Causiç ortada yok, Murat Gürbüzerol desen ara ki bulasın…
Bu şartlarda, mecburen gözler kenara çevriliyor. Bu futbolun sana golü getirmeyeceği belli. Ama puanı da kazandırmayacağı kabak gibi ortada. Müdahale lazım… Oyuna ancak 72. Dakikada müdahale geliyor. Oyundan düşen Eray çıkıyor, Gökay giriyor. Aslında yok birbirinden farkları ama, yine de taze kan diyorsun.
77. dakikada artık Volkan’da pes ediyor, golü kalende görüyorsun, hala yanında Gökdeniz’i oturtuyorsun. Gole ihtiyacın var, Gökdeniz’e sadece üç dakika şans veriyorsun. Bu zamanlama da açıkçası bana manidar geliyor doğrusu.
Bu kadar kötü oyuna, Volkan da bir yere kadar direndi. Sanırım sahada mücadele eden arkadaşlar Volkan’ı robot sandı. Nasılsa her geleni tutuyor, her hatayı telafi ediyor dediler. Biz pisleyelim, geride nasılsa temizleyen var diye düşündüler. Hatta Mersin’de güzel havayı bulmuşken yan gelip yatalım kalede maçı kurtaran var diye düşündüler. Var mı öyle üç kuruşa beş köfte! Yok işte…
Zaten bu maçta kalede robot olsa devre bitmeden error (hata) verirdi. Volkan’nın da bir canı olduğunu unuttunuz arkadaşlar. Sayenizde adamın maç boyunca canı çıktı…
Kusura bakmayın ama kazanmak için sadece Volkan’ın canı her zaman yeterli olmuyor!