Ölüm yıl dönümünde Oğuz Atay'a saygıyla...   13 Aralık 1977… Karlı bir İstanbul gecesi… Mecidiyeköy’de Gün Apartmanı… Oğuz Atay beynindeki tümör nedeniyle ameliyat olduğu Londra’dan, tedavisi sonrası bir süre önce dönmüştür. Hem kendisi hem ailes

Ölüm yıl dönümünde Oğuz Atay'a saygıyla...

 

13 Aralık 1977… Karlı bir İstanbul gecesi… Mecidiyeköy’de Gün Apartmanı…

Oğuz Atay beynindeki tümör nedeniyle ameliyat olduğu Londra’dan, tedavisi sonrası bir süre önce dönmüştür. Hem kendisi hem ailesi acı sona yaklaştıklarının bilincindedirler. Hareketleri artık iyiden iyiye yavaşlamıştır. Sesi güçsüzleşmiştir.

O gece arkadaşı Altay Gündüz’ün evindedirler. Bir ara eşi Pakize Hanım’ın kaygılı bakışları altında banyoya girer. Kapıyı kilitler. Uzunca bir süre çıkmayınca dışarıdakiler endişelenir. Seslenirler; “Nasılsın Oğuz?”

“Sevinmeyin, daha ölmedim” karşılığını verir banyodan.

Sonra yine sessizlik olur. Sessizlik uzayınca arkadaşı Altay Gündüz kapının kilidini kırarak içeri girer ve onu banyodaki küçük halının üzerinde kıvrılıp yatmış bir şekilde bulurlar.

Oğuz Atay 43 yaşında hayata gözlerini yummuştur. Geride 2 roman, 1 biyografi, 1 hikâye kitabı, 1 oyun, 1 günlük ve yarım kalan “Türkiye’nin Ruhu” eserini bırakarak…

“İki buçuk yanı denizlerle çevrili” ülkemizin kültür dünyasını “yarımyamalak” aydınlara bırakarak çekip gider erken yaşta bu dünyadan…

*

Oğuz Atay bugün bu kadar ünlü ve bu derece popüler olduğunu bilseydi eminim alaycı bir gülüş kaplardı yüzünü. Önsözlerle alay ettiği gibi, çağın ‘kültür devrimi’ sosyal medyada bu denli yer edinmesine de takılmadan edemezdi.

“Ben buradayım sevgili okuyucum, sen neredesin acaba” derken, kitaplarının kapağını açmadan eserlerinden alıntılar yapanları, Tutunamayanlar’ı okumadan Olric’i sosyal âlem sakızı yapanları kast etmiyordu tabi ki.

Elbette kendisini okuyanları, anlayanları görmekten mutluluk duyar, “insanı anlattım” dediği Tutunamayanlar eserinin üst üste baskılar yapıp ‘süpermarket edebiyatı’na dönüşen Türk yazın dünyasında fark edilmesi, benimsenmesi, en azından ‘gerçek okur’ kitlesi tarafından keşfedilmesi hoşuna giderdi.

Sağlığında hiçbir kitabı 2. baskı yapamayan Oğuz Atay, ilk eserini yazıp TRT Roman Yarışması’na gönderdiğinde onu kimse tanımıyordu. 484 sayfa tutan el yazması bu eser ödül aldığında da aylarca basacak yayın evi bulamadı. Sinan Yayınevi’nin sahibi Hayati Asilyazıcı basmak istediğinde de bu yüzden şaşırmıştı. İki cilt basılan bu eser 3500 adet basıldı ve ancak bir kısmı satılabildi, diğerleri depoya atıldı, depo kapanınca da dağıldı, gitti.

Romanda yaptığı sert, alaycı ve gerçekçi aydın eleştirisi onun görmezden gelinmesine yol açmıştı. Ayrıca tür olarak bu romanı hiçbir kalıba sığdıramamışlardı o günün sırça köşk yazarları. Romanda şiir vardı, makale vardı, oyun vardı, her şey vardı. 15. bölümde tam 77 sayfa hiç noktalama işareti kullanmamıştı örneğin.

Hem içerik hem biçim yönünden nereye koyacaklarını bilememişler ve hiçbir yere koymamaya karar vermişlerdi!

Ölümünden ancak yıllar sonra, seksenli yıllarda İletişim Yayınları’nın eserlerini tekrar basmasıyla geniş kitlelere ulaştı Oğuz Atay. Yaşadığı toplumu öylesine iyi tanıyordu ki, bunu da öngörmüştü zaten. Tutunamayanlar’a yerleştirmişti özenle bu öngörüsünü:

“Önce kendini tanıtmalısın, yaptıklarınla ispat etmelisin kendini. Başkaları nasıl yapmışsa, nasıl yapıyorsa öyle davranmalısın. Kendini önce başkalarına kabul ettirmelisin ki biz de kabul edebilelim. Bunun için de belki ölmelisin. Unutulmalısın. Unutulan herkesin hatırlanması için ne kadar zaman geçiyorsa, o kadar zaman geçirmelisin mezarda. Orada bile acele etmemelisin. Senden önce ölüp, senden önce unutulanlar ve hatırlanmayanlar var. Dur bakalım, dur hele. Sıranı bekle.”

 “Tutunamayanlar”, hayata, insana, dünyaya dair alaycı bir başkaldırıdır. Hem içeriği ile hem de anlatım şekliyle Türk edebiyatında bir devrim niteliğindedir. Kimi zaman mizahıyla güldürür sizi, kimi zaman ağlatır. Üstelik fizikten tarihe, edebiyattan müziğe, birçok alanda yansıttığı birikimle entelektüel bir kitaptır aynı zamanda. Bazıları için belki okunması zor ama anlaması kolay bir eserdir.

İnce bir alayla eleştirdiği; hem küçük burjuva alışkanlıkları, hem toplumsal yaşam hem de insan doğasıdır.

Oğuz Atay bir tutunamayan mıdır? Oğuz Atay bir mühendistir. Dünyayla meseleleri olan bir insandır. Onu kendi yaşamında bir tutunamayan olarak adlandırmak doğru olmayabilir. Ama edebiyat dünyasında yaşadığı dönemde bir tutunamayan olmuştur.

Kitabı ilk çıktığında çok sevdiği bir yazara postayla gönderir. Manisa’nın Hacırahmanlı köyünde yaşayan Yusuf Atılgan postadan gelen kitabı açar, ilk sayfasında, “İlginizi umarak…” yazmaktadır. Romanı çok beğenen Yusuf Atılgan herhangi bir şey yazma gereği hissetmez. Böyle güzel bir eserin kendi yargısına ihtiyacı olmadığını düşünür. Oysa ondan bir yorum bekleyen, ‘ilgisini uman’ Oğuz Atay onun bu sessizliğine çok üzülmüştür. Bir arkadaşına şöyle demiştir;

“Benim için Yusuf Atılgan’ın Aylak Adam’ı bir başyapıttı. Ben Yusuf Atılgan’a kitabımı gönderdim. Ancak kendisinden tek kelime dahi duymadım. Romanımla ilgilenmedi.”

Yusuf Atılgan bunu öğrendiğinde Oğuz Atay hayatta olmadığı için onun gönlünü alma, hatasını telafi etme fırsatını kaçırdığı için çok üzülmüştür.

38. ölüm yıldönümünde usta yazarı saygıyla anıyor ve başta Tutunamayanlar olmak üzere tüm eserlerinin anlaşılarak, özümsenerek okunmasını, daha çok okunmasını diliyorum.