Eski fotoğrafları ilk gördüğümde, sayfaya öylesine bakıp geçmiştim.
İçimden "Eski fotoğraflara kim neden baksın ki" diye geçirmiştim. Adı üstünde ‘eski fotoğraflar’ diye düşünmüştüm.
Arada bir sayfanın paylaşımına denk geliyordum.
Bir gün merak edip sayfayı inceledim.
Fotoğraflara baktıkça bir anda yıllar öncesine, geçmişe gittim. Unutulmaya yüz tutmuş, hafızalardan silinmiş eski güzellikler, eski binalar, eski konaklar, eski güzel evler, yollar, caddeler sokaklar, yaşanmışlıklar bir bir hafızamda canlanmaya başladı.
Tabii o fotoğraflara baktıkça, eskinin yaşanmış, kaybedilmiş güzelliklerinin hüznü, burukluğunun yanında, bir de çarpık yapılaşmanın getirdiği çirkinlik bu üzüntüyü bir kat daha artırıyordu.
Değişen, betonlaşan Manisa'nın eski estetik, nezih halini artık bu sayfada görüyordum.
Eski fotoğraflara bakış açım öyle değişmişti ki… Bir fotoğraf hayalimde bin hatırayı canlandırıyordu.
Zamanla bu sayfa Manisa'nın yaşayan hafızası oldu sanki.
İşte o fotoğraflardan biri Manisa Ulu Camii.
Manisa'nın en eski camilerinden biri…
Manisa'nın doğu-batı-kuzeyini olduğu gibi gören Spil Dağının yamacında, değişik mimarisiyle, tek minaresi ve camiyi tamamlayan yapılarla heybetli bir cami.
Caminin bu özelliği herkes tarafından biliniyor da. Ulu Cami hakkında çocukken dinlediğim ancak sonradan hiçbir yerde duyup okumadığım, halk arasındaki bir söylentiyi yazmak istedim.
O zamanlar Ulu Camii yakınında oturan yaşlı bir teyzemiz, Ulu Camii için büyük dedesinin anlatığı bilgileri bize anlatmıştı. Bu caminin olduğu yerde çok önceden çok büyük ve güçlü bir su kaynağı varmış.
Kırk deveyle kırk gün gece gündüz yapağı taşınarak suyun kaynağı o yapağılarla tıkanmış.
Su kaynağının üst tarafına bu camii yapılmış. Camiye gelenler, su gibi aziz, su gibi temiz, su gibi ferah olsunlar diye. Kıyamet zamanı Manisa'nın gidişi de o suyla olacak demişti.
Teyzenin anlattıkları ne kadar doğru bilmiyorum. Ancak o yıllarda Ulu Cami’nin kapısının önünde geniş bir beton alan, alt tarafında da su depoları vardı. Su içmek için caminin bahçesine girdiğimizde beton zeminin altında büyük su kaynağının yeryüzüne çıkmak ister gibi derinden gelen bir uğultu ve sarsıntıyı hisseder, o yaşlı teyzenin anlattığı ‘Su kaynağı’ hikayesini hatırlardım.
Bütün Manisa ve çevresinin tanıdığı Şekerci Dede’yi ilk kez orada çocuklara şeker dağıtırken görmüş, çocukların dedesidir diye karşı kaldırımdan imrenerek bakmıştım.
Ben yoluma devam ederken dede beni görmüş arkamdan, “Küçük kız!” diye iki kez seslenmiş, çağırıp bana da şeker vermişti.
Öyle sevinmiştim ki…
Ulu Camii çocukluğumda en çok da bahçesine girdiğim, çeşmesinden su içtiğim, zemindeki sarsıntıyı unutamadığım sırlı, tarihi bir camiidir…