Çocukken en sevdiğim şey, kitap okurken ya da bir şeyle uğraşırken, radyo dinlemekti.
O zamanlar radyo programları çok eğiticiydi.
Tabane'de oturduğumuz yıllardı...
Tabane, bana göre sokakları buram buram tarih kokan güzel bir mahalleydi.
O zamanlar her şey bana öyle ilginç geliyordu ki...
O yollar, o köprüler, Sarabat Camimiz, bakkallarımız...
Hepsi çocukluğumun demirbaşlarıydı sanki...
O yıllarda her şey, ne kadar güzeldi...
Neyse konuyu fazla dağıtmadan sadede geleyim.
Radyoda türkü programlarını dinlerken, Azerbaycan Türkülerine karşı aşırı ilgim olduğunu farkettim. O türküleri ayrı seviyordum.
Radyoda Ülkü Beşgül, Necla Erol, sonraları Seyit Al, Mehmet Özbek, Necla Akben Azerbaycan türküsü okuyunca içim coşardı.
Hâlâ da o türküleri çok severim.
Dokuz on yaşlarındayken, yine bir Azerbaycan türküsü , aklıma o soruyu getirdi.
Babama, "türküler çok güzel, ama ben neden Azerbaycan türkülerini daha çok seviyorum?"
diye sordum.
Babam, "tabi seversin, ata yurdumuz Azerbaycan. Biz Kafkasya'dan Türkiye'ye gelmişiz" dedi.
Bunu öğrenince merakım iyice arttı.
Dedem Kafkasya'dan Türkiye'ye neden, nasıl göç etmiş o gün öğrendim.
Rusya'da 1917 devrimi olduktan sonraki süreçte, Ruslar Kafkas Türklerine de saldırıp, işgal ve baskıyı artırmaya başlamışlar.
Karşı gelenler, ya Sibirya'ya ölüm sürgününe gönderiliyor ya da ceza evlerine dolduruluyordu.
Dedemler o zaman Ağbaba, Balıklı'da oturuyorlardı. Siyah çuha kumaşı ürettikleri için, çuha kumaşı çok değerli olduğundan dedemlere "Karaçuhaoğulları" ya da Hacıkaraçuhaoğulları" diyorlarmış.
Sanırım Ağbaba ve Balıklı şu an Ermenistan sınırları içinde.
Rusların Türklere baskı ve zulümleri iyice artınca, kardeşleri dedeme; "Emiraslan, senin çocukların küçük, bizim çocuklarımızın kimi asker, kimi evli , kimi okuyor.
Biz Türkiye'ye gidemeyiz, ama sen gidebilirsin.
Askeriyeye ot taşıdığın için senin izin kağıdın var.
O izin kağıdıyla Türk sınırına kadar rahatça gidebilirsin.
Sonrası Allah kerim. " Diye fikir verince dedem üç küçük çocuğunu ve ninemi ot taşıdığı at arabasına yerleştirip, üstlerine yün bir battaniye örtüp, battaniyenin üstünü de otlarla kapatıp , yola çıkmış.
Elindeki izin kağıdıyla Türk sınırına kadar rahatça gelmiş.
Türk tarafındaki nöbetçi asker , atlı bir arabanın hızla kendilerine doğru geldiğini görünce, durumu komutana bildirmiş.
Komutan dürbünle, gelen arabaya baktıktan sonra askerlere dönüp ; " Gelen Türk vatandaşı olmalı. Aras nehri eriyen karlar yüzünden taşmış. Bana dört babayiğit lazım. Şu iki çadırı üst üste koyup, uçlarını büyük mısmarlarla buraya ve yüzerek karşı kıyıya çakacak dört cesur asker..." Anında dört asker çadırı köprü olacak şekilde, nehrin üstüne çakmışlar.
Dedem iyice yaklaşınca biraz yavaşlamış.
Nöbetçi kulesinden dedeme; "Hemşerim! Atları kamçıla! Hiç durmadan çadırın üstünden geç! Sakın duraklama yavaşlama" diye seslenmişler .
Dedem bir peşine düşen Rus askerlerine, bir de nehir üzerindeki çadırdan köprüye bakıp;
" Ya Allah !"Diyerek atları kamçılayıp gözlerini kapatmış.
Atlar çadırın üstünden öyle hızlı geçmiş ki !
Nehiri geçince atlar bir tarafa , arabayla otlar bir tarafa savrulmuş.
Otların arasından da
ninem ve çocukları...
Dedem sevinç gözyaşları içinde, Türkiye'ye gelmeden önce çektikleri sıkıntıları, kumaş ürettikleri atölyelerine Rusların el koymaları yüzünden, son yıllarda yaşadıkları
yokluk , baskı ve zulümleri anlatmış...
Dedeme Kars'ın
Selim ilçesi Yalnızçam köyünde bir çiftlik tarla verilmiş.
Dedemle ninem ;
" Biz Ağbaba'da ilçede yaşıyorduk. Köyde yapamayız. " Diyerek Sarıkamış'a yerleşmişler.
Nüfus müdürlüğünde kimlik alırken soy adı ne olsun diye sorulunca dedem ; "Biz karaçuha kumaşı ürettiğimiz için bize Karaçuhaoğulları diyorlardı. Karaçuhaoğulları olsun ."Demiş.
Nüfus memuru;
"Çok uzun, yazması, söylemesi zor.
Başka bir soy isim seçin. Mesela Kaya olsun ." Diyince
dedem; "Olabilir.
Zaten Kayı boyundan geliyoruz, tamam soy adımız Kaya olsun." Diyor.
Böylece Emiraslan dedem , Sevgili ninem , o zamanlar küçük çocuk olan, Hasret halam , Cihangir ve Şahin amcam Sarıkamış'a yerleşmişler.
Sonraki yıllarda, babam , küçük halam ve Orhan
amcam dünyaya gelmiş.
1938 yılında babam sekiz yaşındayken dedem vefat edince Kaya ailesi için zor yıllar başlamış.
Önce Cihangir amcam, sonra da diğer amcamlar ve babam faytonculuk yapmaya başlamış.
O yıllarda Sarıkamış çevresinde Rus baskısı öyle çok hissediliyordu ki. Gökte kızıl bulutlar olsa"Ruslar baskın mı yapacak ?" Diye endişe duyulurdu.
Sarıkamış'ın uzun kışı , karı boranı, babamlar için çekilmez olunca...
Önce Kayseri Sümerbank Fabrikasının kuruluşunda çalışan eniştem , sonra Manisa Sümerbank Pamuklu Mensucat fabrikasının makinalarının kuruluşu için Manisa'ya gelince, babamlara ; "Manisa çok güzel, kar ,tipi , soğuk yok buraya gelin." Diye mektup yaziyor. Bu mektup bizimkilerin Manisa'ya geliş sebebi oldu .
Hele bir de Manisa Tarzan'ıyla tanışıp , ahbap olmaları, onun hayatını öğrenmeleri , bizim hayatımızda güzel bir ayrıntı. En ilginci de ailemin Manisa'daki ilk Regaip Kandilindeki tepkileri...
Bir anda patlamaya başlayan maytap , torpil , mantar tabancaları, kızkaçıran, füze, çıtır pıtır sesleri babamı heyecanlandırmış;" Sarıkamış'ta Ruslar baskın yaparsa derken , Manisa'da Yunan saldırısına mı uğradık ?" Diye korkmasına sebep olmuştu... Ondan sonraki yıllarda her Regaip Kandili kutlamalarında, yaşadığımız o korku ve şaşkınlığı gülerek anmıştık.
Karaköy'de başlayıp , Tabane 'ye sonra Laleli'ye uzanan Manisa hikayemiz hayatımızdan eksilen değerlerle devam ediyor.
Azerbaycan'a Azerbaycan Türkülerine hayranlığımın sebebi genetikmiş...
Ailemin göç hikayesini bilmeden , o türkülere ilgi duymak gerçekten beni şaşırtmıştı.
Türkiye'nin her yöresinden cok sevdiğim türküler var, ama illa Kafkas , illa Azerbaycan Türküleri...
Her türküde, orada kalan akrabalarımız...
Kan bağımız, can bağımız atayurdumuz ,
hasretimiz ve ayrılık ateşi yüreğimizde alev alev yanıyor...
"Ayrılık ayrılık, Aman ayrılık..
Her bir dertten ayrı,
Yaman ayrılık... "