Geçmiş yıllarda, mektup almak, mektup yazmak, uzaklardan gelecek bir selamı postacının getireceği bir zarfta bulmak ne kadar değerliydi...

Heyecanla açılan zarftan çıkan mektubu hasretle okurken; bir anda uzaktakini yanında hissetmek, sorulan hal hatırla mutlu olmak , bir selamda binlerce mana bulmak tarifi imkansız bir mutluluktu.

Asker mektubu, akrabaların birbirine yazdığı mektuplar, sevenin sevdiğine yazdığı mektup ...

Hepsi ayrı ayrı, hasret, gurbet kokan, uzaktakine yakın olmak, bir mektupla sevdiklerine ulaşmak...

Yazdığı mektubun karşılığını alınca kimi zaman sevinç gözyaşı dökmek, beyaz kağıda dizilen inci misali, harflerde, kelimelerde, cümlelerde, tarifi imkansız duygu deryasına kapılmak...

" Mektubuma başlarken, büyüklerin ellerinden, küçüklerin gözlerinden öperimle” devam eden tüm tanıdıklara, tüm tanıdıklardan selam ve hal hatır sorma faslından sonra doğum, ölüm, askerlik, evlilik gibi haberler derken; “Kestane kebap, acele cevap."

Ya da " Dam üstünde saksağan vur beline kazmayı.

Ben unutursam bile sen unutma yazmayı."

Gibi manilerle noktalanan mektuplar ne kadar kıymetliydi...

Kimi zaman mektubun sonuna evin en küçüğünün eli çizilirdi.

Mektup gönderilince, heyecanla gelecek cevap beklenirdi.

Hele kartpostallar...

Dini bayramlar ve yılbaşında, postanelerde mektup kuyruğu olurdu.

Birbirinden güzel, anlamlı kartlar, gönderilecek kişi veya aileye göre seçilir, itinayla en güzel dilekler yazılır, postaya verilirdi.

Ben de mektup ve kartpostal göndermeyi almayı çok seviyordum.

Bayramlarda veya yılbaşında kaç kartpostal gelecek diye heyecanla bekliyordum.

30 -40 kartpostal gönderiyor, daha fazla kart alıyordum.

Şu an beni güldüren şeyler de yaşıyordum.

Çocukluk arkadaşlarıma da kart yazıyor, postaneden gönderiyordum.

Oysa evlerimiz karşılıklıydı.

Aynı şekilde onlar da bana postayla gönderiyorlardı.

Babam ve kardeşlerim; "Postaneye gideceğinize, evlerinizin kapısının altından atsanıza " diye dalga geçiyorlardı.

Ama o kartları postacıdan almak ayrı bir sevinç duygusuydu.

Mektup yazmak mektup almak, kartpostal gönderip karşılığını almak çok farklı bir duyguydu.

Mektup türkülerimize de girmişti.

"Mektup selam söyle benden sılaya, bir mektup yazdırdım Urfalı kızına, Gökyüzünde bölük bölük turnalar, bir name yazayım yare götürün." Gibi birbirinden güzel türkülerimiz vardır.

Kara trene " hasret kavuşturan " diyorlar ya , mektuplar da bir çeşit kalpleri birleştiren bir bağdı.

Mektup ve tren ikisi de uzakları yakın eden , ya da hasretleri, ayrılıkları artıran, yol gözleten, yolu gözlenenleri , kavuşma umuduyla bekletendi ..

Gurbet, sıla, hasret ve ayrılık acısı; gönderilen mektuplarla bir nebze olsun teselli buluyordu sanki...

Gelen mektuplar defalarca okunuyor, eğer bir de fotoğraf  gönderilmişse, o mektup ve fotoğraf elden düşürülmüyordu.

Yılbaşında ; simli , geyikli , karlı  , bacasından duman tüten bir evin olduğu kartları göndermek modaydı.

Almanya'dan gelen hareketli gibi , üç boyutlu kartlar  çok beğeniliyordu.

Kısacası, mektup ve kartpostal yazmak , göndermek, postacının yolunu gözlemek, mektuba cevap almak , öyle  derin   bir duyguydu ki...

Bugün akıllı telefonlardan yazılan kısa mesajlarda o duyguyu yaşamak imkansız...

El yazısıyla, duygu yoğunluğu içinde yazılan bir mektubun verdiği heyecanı, kısa mesajlarda hissetmek  mümkün değil...

Yeni nesil , bu  duyguyu, mektubun değerini, postacının ne kadar alışılmış bir figür olduğunu hiç bilmeyecek...

"Bak postacı geliyor ,

Selam veriyor.

Herkes ona bakıyor  ,

Merak ediyor ."

Dizeleriyle başlayan çocuk şarkısının anlamını bilmediği gibi...