NE ÇEKTİN BE AKİL ADAM! ‘Akilller Manisa’ya Geliyor, sizleri şu saatte şuraya davet ediyoruz.’ Dediler. Gittik. Herhalde yeterince akil değilim, çünkü ben kendi adıma, yaklaşık 2 saat süren o toplantıdan hiçbir şey anlamadım.
NE ÇEKTİN BE AKİL ADAM!
‘Akilller Manisa’ya Geliyor, sizleri şu saatte şuraya davet ediyoruz.’ Dediler. Gittik.
Herhalde yeterince akil değilim, çünkü ben kendi adıma, yaklaşık 2 saat süren o toplantıdan hiçbir şey anlamadım.
Anlatayım, elbet, okuyanların içinden akil birileri çıkar ve orada ne yaptığımızı bana anlatır.
Salona girdiğimizde, yan yana oturmuş, 1 bayan, 4 erkek vardı. Kimlerdi diye sormayın. Kendilerini tanıtma zahmetine girmedikleri için, hepsinin ismini bilmiyorum. TV ekranlarından, gazete sayfalarından bir aşinalık durumu evet söz konusu ama, o kadar işte. Fazlası yok.
Akil olmakla ünlü olmak arasında benim anlayamadığım bir bağlantı kurmuşlar anlaşılan, kim olduklarını, ne olduklarını, uzmanlık alanlarını herkes biliyormuş gibi davranıyorlar.
Ve toplantı başlıyor.
Başlayamıyor.
Çünkü bir meslektaşımız, ‘Toplantıya başlamadan önce bir şey söyleyebilir miyim?’diyor.
Karşılığında heyet başkanından sert bir ‘HAYIR’ yanıtını alıyor.
Etkiye tepki olsa gerek, meslektaşımız ısrar ediyor.
‘Burada Türk Bayrağı yok. Salona bir Türk bayrağı asılmasını istiyorum’ deyip, bir Türk bayrağı çıkartıyor.
Bu durumda şimdi normal insanlar olarak, akil insanlardan ne beklersiniz?
Benim aklıma gelen bir-iki versiyon;
Heyet Başkanı;
- Duyarlılığınız takdire şayan. Fakat bu resmi bir toplantı değil. Dolayısıyla Türk Bayrağı asılması da şart değil. diyebilir.
- Buyrun beyefendi, istediğiniz yere asın. Bu toplulukta, Türk Bayrağı’ndan rahatsızlık duyacak kimse yok. diyebilir.
- Beyefendi buraya, sohbet etmek, karşılıklı görüş alışverişinde bulunmak için toplandık. Resmi bir tören yapmıyoruz. Siz her dost sohbetine yanınıza bayrak alarak mı gidiyorsunuz? diyebilir.
Velhasıl, sonuçta insanların duyarlılıklarına saygılı bir şekilde, akil birinden beklenircesine olgunlukla ve sakinlikle herhangi bir yanıt verebilir değil mi? Doğal olanı, normal olanı bu.
Fakat hayır, öyle olmadı.
Dakka 1, Gol 1.
Akillerin tamamı bir celallendi, kimse ne olduğunu anlamadı.
‘Biz seni tanıyoruz. Sen her toplantımıza gelen sabatörsün. Provakatör. Çık dışarı. Defol.’
Sanki adam bayrak değil de silah çıkarttı.
‘Sen bize hakaret etmeye utanmıyor musun? Sen bize nasıl bayrak verirsin? Ne cüretle? Sen kendini ne sanıyorsun? Terbiyesiz . Defol. Görevliler bu adamı çıkarın dışarı’
Ve karga tulumba adam dışarı.
Birinin birine bayrak vermesi ne zamandan beri hakaret oldu? Hiçbir fikrim yok.
Neyse, başlangıcımız böyle.
Çözüm sürecine ne anlamlı bir katkıda bulunduk değil mi? Kutlayın bizi.
Ardından doğal ki, bizlerin tepkisi.
‘Daha nazik olabilirsiniz. Kim olursa olsun, sizin birini defol diye bağırarak kovmaya hakkınız yok. Özür dileminizi istiyoruz.’
Daha çok isteriz. O özür dilenmediği gibi, bi dakkada bizler de sabotör oluverdik mi. Ayıkla pirincin taşını.
Bu sıralarda toplantıya katılan biri, ( şükür medyatik ya O’nu tanıyoruz. Fehmi Koru) sanki olayın evveliyatını biliyormuş gibi, anlaşılmaz bir savunma, saldırı karışımı bir tavır. Gazetecilik dersleri filan. Gazeteci olarak orada bulunuyorsak, gazeteci gibi davranma öğütleri. Eksik olma Fehmi Abi, senden gazetecilik dersi almak, her kula nasip olmaz.
Neyse, baktık ki akiller fazla gergin. Sakinleşmeleri gerekiyor. İş başa düştü.
Epeyce bir süre sabotör olmadığımızı, oraya sahiden onları dinlemek için geldiğimizi anlattık. Her söz alan arkadaşım, konuşmasının başında, son derece nazik bir şekilde kendilerini Manisa’da görmekten mutluluk duyduğumuzu ifade etti, geldikleri için teşekkür etti falan derken, akiller yatışıp normale döndü.
Nihayet Heyet başkanı toplantıyı başlattı.
İlk cümle de şu:
‘Evet ne diyorsunuz arkadaşlar? Biz sizi dinlemeye geldik.’
Doğal ki kısa süreli bir suskunluk. Hani biz de oraya onları dinlemeye gittiydik ya. Arkadaşlarımızdan birinin toparlama çabası:
‘Efendim önce siz biraz anlatsanız, hani önce siz başlasanız.’
Başladı.
Bunlar 63 kişilermiş, sonra biri kabul etmemiş mi ne sayıları 62’ye düşmüş. Başbakan bunları arayıp görevlendirmiş. Halkın arasına karışın, gezin demiş. ‘Halkım ne düşünüyor? Öğrenin’ demiş.
Ha anlıyoruz ki, meğer akiller bizim ufkumuzu açmaya değil, bizden akıl almaya gelmişler. Ne düşünüyormuşuz?, Çözüm önerilerimiz nelermiş?, Manisa ne düşünüyormuş? Çözüm sürecine nasıl bakıyormuş?
‘Şaka mısınız?’ diyesim var. Diyemiyorum. Sabotör zannetçekler. Susuyorum.
Tabi içimden, ‘Başbakan memlekete toplu halde kamera şakası mı yapıyor acaba?’diye düşünüyorum.
Anlaşılan o ki;
Ortada sadece bir süreç var. Adı Çözüm Süreci.
Ama bu süreçte henüz çözüm yok. Çözüm önerisi bile yok. Ve bana öyle geldi ki galiba çözüm arayışı da yok. Çünkü toplantı süresince bir kez bile akillerin ağzından ‘Ne Yapılmalı?’ sorusunu duymadım.
Bir arkadaşım sordu. Size bu görev verildikten sonra konuyla ilgili bilgilendirme yapıldı mı? Brifing aldınız mı?
Cevap: ‘Hayır almadık.’
‘Peki konuyla ilgili bizim bilmediğimiz neyi biliyorsunuz’
Cevap: ‘Hiçbir şeyi. Sizden daha fazla ya da sizden daha farklı hiçbir şey bilmiyoruz.’
Vallahi şimdi perdenin arkasından biri çıkıp, ‘Gülümseyin. Şakalandınız’ diyecek. Demiyor.
Yani ciddi ciddi 6 tane adam, onca yolu, bize sadece ‘Bu kan dursun.’ demek için gelmişler.
Sanki aksini dilemek, istemek, düşünmek mümkünmüş gibi. Aramızda bunun tersini savunan varmış gibi. Birileri lüks otellerde ahkam keserken, kanı akan bizim çocuklarımız, canı kavrulan bizim analarımız değilmiş gibi.
Ahkam kesme lafı yanlış oldu. Çünkü toplantıda o bile yoktu. Hani insan buralara kadar gelmiş, hiç değilse şunu yapar.
‘Efendim ben bilmem kim. Şu işi yapıyorum. Mesleğim şu, uzmanlık alanım budur. Çözüm sürecine filanca noktadan bir katkı sağlayabilirim. Bence sorunun kökeni şunlar şunlardır. Bu durumu şöyle şöyle değiştirebiliriz. Kısa ve uzun vadelerde sorunu şöyle şöyle aşabiliriz. Kendimce çözüm önerilerim şunlar şunlardır. Farklı eleştiri, düşünce ve önerilere açığım. Zaten bu toplantı bir karşılıklı görüş alışverişi toplantısıdır. Katkılarınızı bekliyorum. Aynı amaca kitlenirsek, elbet bir ortak çözüm buluruz. Ortak amacımız kanın durmasıdır. Bu ortak amacımız doğrultusunda beraberce veya ayrı ayrı neler yapabiliriz? Buyrun arkadaşlar, görüşlerinizi ve katkılarınızı bekliyorum.’
Hani şu kadarcığı olabileydi, inanın böyle bir yazı yazmazdım.
Son derece iyi niyetlerle, toplum faydası uğruna kendi iş güçlerini bırakmışlar, şehir şehir geziyorlar. Ne güzel, ne hayırlı bir iş yapıyorlar diye yerlere göklere sığdıramazdım akilleri.
Ve inanın bütün samimiyetimle söylüyorum, böylesi bir yazı yazmayı çok isterdim.
Çünkü iyi, faydalı olan bir şey ne olursa olsun ve kim tarafından yapılırsa yapılsın takdir edilmeli diye düşünenlerdenim.
Fakat yazık ki ben bu toplantının ne teorik ne pratik hiçbir faydasını görmedim.
Karşılıklı ‘bu kan dursun’ diye diye 2 saat geçirdik akillerle.
Sanki bizim bu dememiz, evladını kaybeden herhangi bir annenin feryadından daha güçlü, daha etkili, daha vurucu olabilirmiş gibi.
Sanki bir anneden daha fazla bunu isteyebilme durumumuz mümkünmüş gibi.
Neyse sonuç;
Her gittikleri yerde durum buysa, akillerin zamanına da yazık, devletin imkanlarına da.
Hayır bir de sinir stres sahibi olmuş adamlar.
Memleketimden zaten çıkarta çıkarta 62 tane çıkartmışız, ‘bu adamlar akildir, kafası iyi çalışır’ diye. Gözümüz gibi bakmamız, el üstünde tutmamız gerekirken maazallah, bunlar da giderse elimizden?
Pek güzel düşünmüş Başbakanım ama, en azından Manisa’da gözlediğim kadarıyla, O’nun umduğu ya da tasarladığı gibi gitmiyor konu.
62’den tavşan yapma, şapkadan tavşan çıkarma gibi beceriler, ustalıklar, manevralar, kurnazlıklar yoksa eğer geri planda, süreçten çözüm çıkacak gibi görünmüyor pek.
Ne diyelim, sonuçta niyet iyi. Umarız çözüm de gelir ardından da, bu akillerin çeki çilesi biter.
Naime SİMSAROĞLU