İçlerinde hiç tanımadıklarım da var, çok az tanıdıklarım da, sanki doğduğumdan beri tanıyormuşum gibi gelen çok eski dostlarım da.
Herbiri, çok farklı karakterler. Yaşama bakışları farklı, dünya görüşleri apayrı, meslekleri farklı, yaşları, yaşadıkları, beklentileri, umutları...
Ortak özellikleri: Elleri kalem tutuyor ya da parmakları klavye üzerinde dans ediyor, her neyse işte.
Aralarındaki farkı daha da görünür kılmak için, "içlerinde F klavye kullanan bile var" diyeyim, gerisini siz düşünün.
Bir tek bu ortak özellik, yani yazma eylemi, O'nları benim gözümde öyle bi yüceltiyor ki anlatamam. 
Anlatmak istiyorum ama...
Ne ölçüde hakkıyla anlatabilirim?, Anlatmayı becerebilir miyim? bilmiyorum. Bakalım hadi Bismillah...
Malumunuz epey zor bi 15 gün geçirdim. Hangi gerekçeyle olursa olsun, "OKUMA" fiilinin karşısında ya da ondan ürken bir anlayışın günümüzde hala yaşıyor olabildiğine hayatta inanmazdım. Varmış. Beraberce öğrendik ve hiç öyle deli gibi filan şaşırmadık. Şaşırma ayarlarımızla da fazlaca oynandığından, daha pek çok abes şeye olduğu gibi buna da "ya öyle mi vah vah" deyip geçtik.
Geçmeyenler oldu tabi, bu yazının konusunu oluşturan sayıları az, ama yürekleri kocaman bir avuç insan.
O kocaman yüreklileri düşündüm uzun uzun. Neydi ortak özellikleri? YAZMAK...
Yazan insan, herşeyden önce, kendisine bahşedilmiş olan aklı, hakkıyla kullanmaya çalışan bir emektardır. 
Zamanının büyük çoğunluğunu bir araştırma için labarotuvarda geçiren bir
bilim adamından farkı yoktur zannımca. O'nun labaratuvarı da dünyadır, hayattır, insanlar, olaylar, olgulardır. Yaşar, görür, gözler, düşünür, sorgular, bir anlam arar, bir anlam bulur, bir anlam verir. Sonra da bildiği bir alfabeyle bulduklarını yazıya döküp dünyayla paylaşır. 
Eli titrer başta, yanlış bişeyler yazmaktan korkar. Araştırır böyle olunca. Her araştırmadan yeni bir şey öğrenir. Öğrendikçe, bildiklerinin ne kadar az olduğunun farkına varır. O azlık bazen yıldırır, cesareti kırar. Okyanustaki damla çaresizliğini yaşar. 
Ara ara da, "yazılacak her şey zaten yazılmış yeryüzünde" fikrine kapılır, "olur mu canım" der sonra. Aynı tema, milyon defa işlenmiş, ama edebiyat denen sanat bitmemiştir yeryüzünde ve bitmeyecektir de.
"Her insanın söyleyecek bir sözü vardır hayata, yoksa da olabilmeli" deyip yeniden kaleme sarılır. Yazar, beğenmez, bi daha yazar, bi daha, bi daha... Ta ki olana kadar. Her cümle, her kelime, her harf içine sinene kadar.
Ciddi bir emek vardır işin içinde ve bir de cesaret. 
Cesaret işidir yazmak. Söylenmemiş bir sözü bulmaya çalışmak zaten başlı başına bir cesaret örneği iken; bulunan sözün nereye, kime, nasıl gideceğini de hesaplamak gerekir aynı zamanda. Birilerini incitmek, rencide etmek, bazen de kızdırmak riski taşır. O birileri hakediyor mudur bunu? Hakediyorsa da ulu orta bunu söylemek doğru mudur? Doğru ise bu yazının sonuçları ne olur? Nasıl döner o kelimeler, o satırları yazana? Tüm bunları hesaplayıp, uğrayacağı zararı da göze alıp, ne pahasına olursa olsun, doğru bildiğini yazmak cesaret işi değilse nedir?
Ya edebi eserler yazan birinin, bir şairin, bir romancının, bir öykücünün sergilediği medeni cesarete ve özgüvene ne demeli? Dünya devleriyle kıyaslanacağı bir platforma atmıştır kendini. Eleştirinin bini bi paradır. Anlayan anlamayan herkes verip veriştirir. Ve göğüsler yazan kişi tüm bu eleştirileri. Çoğu da haksızdır oysa. Sadece karalamak amaçlıdır. Kendi yapamadığını, yapabilen birilerine duyulan haset yatmaktadır işin altında. Bunu bilir içten içe ama çaktırmaz kimseye. Yazmaya, yani aslında hayata meydan okumaya devam eder o. Doğru bildiği yolda ilerler. 
Bu vasfı, hayatının diğer alanlarına da sirayet eder zamanla. Cesareti her anlamdadır artık. O, CESUR bir insandır. Çünkü, yazmak için okuması gerektiğini keşfettiği günden beri kafatasının içinde yer alan gri hücreler, deli gibi çalışıp, yeni yeni bağlantılar üretmiş, bu nedenle düşünme yeteneği gelişmiş, sezgileri güçlenmiş, doğruyu görme, hissetme, bilme yetisi, yani zekası iyice keskinleşmiştir. Bu akıl, bu zeka, vicdanlı bir yürekle birleştiğinde ortaya dünya güzeli insanlar çıkar. Dünyayı daha yaşanılır kılma adına cesur davranmaktan çekinmeyen, çoğunluğun ya da otoritenin tepkisini, ne diyeceğini, ne yapacağını önemsese bile göğüsleyen, velhasıl her koşul ve şartta doğru bildiğinden şaşmayan güzel insanlardır O'nlar. 

İşte o güzel insanlara bu yazı.
Eli kalem tutanlara...
Doğru gördüğünüz bir işi, gönüllü bir çabayla desteklediğiniz için her birinize kocaman TEŞEKKÜR EDERİM.
Fuar süresince, uygun olduğunuz her zaman diliminde burada oldunuz. Sevdiklerinizi, yakınlarınızı, okuyucularınızı davet ettiniz, getirdiniz. 
Kiminiz söyleşisiyle, dinletisiyle destekledi fuarı, kiminiz de çeşitli ortamlarda yazdığı satırlarıyla.
Bütün farklılıklarınızı göz ardı edip, doğru gördüğünüz bir işin arkasında sımsıkı, dimdik durdunuz. "Biz varız, burdayız, beraberiz" dediniz.
Takdirin de teşekkürün de en büyüğünü hak eden bence sizsiniz.
Teşekkürler
 
Bedriye Aksakal
Celil Altınbilek
Davut Şahin
Deniz Erbulak
Dilara Gökçe İnce
Doç.Dr. Saliha Özpınar
Dr. Ahmet Erdinçli
Engin Topuz
Hakkı Avan
Haydar Aksakal
Mine Göçmen
Murat Gökyıldız
Mustafa Ören
Mustafa Pala
Naci Yengin
Nalan Everek
Olcay Özmen
Orhan Haşim Elmalı
Osman Özbaş
Özgür Zeybek
Prof.Dr. Ayşe İlker
Prof.Dr. Levent Şık
Ragıp Özcan
Raif Çiçek
Seval Arslan
Sezer Soykök
Tuğrul Keskin
Ümit Rona
W.Bahadır Bayrıl
Zerrin Ağar
Unuttuğum varsa bağışlayın. Her birinize sonsuz teşekkürler iyi yürekli, aydın fikirli benim güzel hemşehrilerim...