60 yılların sonuna doğru ilkokul yıllarında hiç unutamadığım anılardan...
Genelde okulların açıldığı Eylül ayında onu, Spil Dağına çıkıp inerken görürdük...
O zamanlar yüz beş yaşında olduğunu söylemişti Habip dede... Orta boylu , beyaz sakallı, küçük yüzlü, sevgiyle bakan kısık gri gözleri, başında beyaz takkesi , yakasız beyaz mintanı, gri renkli şalvarı, lastik ayakkabısı, elinde "demir ağacı"ndan yapılmış değneğiyle zihnimde yer etmiş bir değerdir Habip dede...
Okul çıkışlarında, çoğunlukla Tabane deresinin üstündeki toprak köprünün karşısındaki çeşmenin yanında... Dinlenirken görürdük onu...
Dört-beş çocuk koşarak yanına gider, Habip dedenin çevresini sarar "dede Manisa'nın kurtuluşunu anlat." Derken, daha sözümüzü bitirmeden, o anlatmaya başlardı...
Manisa'nın işgal yıllarını, Yunan askerlerinin savunmasız Manisa Halkına yaptığı zulümleri, katliamları, işkenceleri, Manisa yangınını...
Habip dede o günleri anlatırken, biz sessizce o günlere dalar giderdik... Tabane Deresi tatlı bir şırıltıyla, kıvrıla büküle, Gedize doğru akarken, bir yandan Habip dedeyi dinliyor, bir yandan da, o zamanlar bu dereye hangi masum canların kanı karıştı diye düşünüyor, o işgal günlerini, Habip dedenin anlattıklarıyla sanki biz de yaşıyorduk...
En çok üzüldüğüm konu da; "yemiş ağaçlarından süngülenmiş, kadın, çocuk, bebek cesetleri topladık... Emzikli kadınları da süngüyle..." Diye devam eden Manisalıların yaşadığı vahşetti...
Bunları anlatırken arada bir soluklanıp derin bir nefes alıyor, cebinden çıkardığı kumaş mendille gözlerinin yaşını siliyordu..
Sonra kaldığı yerden sözlerine devam ediyordu... Ancak bunca yaşanan mezalimden sonra, Türk Askerinin Manisa'ya girişini, halkın askeri nasıl büyük bir sevgi, hasret ve gözyaşlarıyla karşıladığını anlatınca ; hissettiğim o sevinç kelimelerle anlatılamazdı...
Habip dedenin yanından ayrılırken , hepimiz adeta kahraman birer asker edasında, vatan için her fedakarlığı yapmaya hazır, "cesur yürekler " oluyorduk.
O yıllarda Manisa'nın kurtuluşundan önce yaşanan acıları dile getiren , o günleri yaşamış bir çok insan vardı. Acılar ve anılar henüz tazeydi . O yüzden Manisa'nın Kurtulusuyla ilgili çok anı dinliyorduk...
Bu da bizi etkiliyordu. Kendimizce hür yaşadığımız için şükrediyor, "vatanı en çok ben seviyorum " diye bir birimizle yarış ediyorduk.
Hatta bunu iyice abartıyor, savaş yıllarında aç susuz kalan insanları düşünerek, bir de sanki tekrar savaş olacakmış gibi bir varsayımla " savaşta susuz kalırsam, çeşmenin önünden akan suyu bile içerim." Diyor, çeşmeden akıp , suyolu yapmış, yerdeki sudan eğilip bir yudum içiyorduk.
Allah'ım çocukluk ne büyük saflıkmış... O pis suyu içince Allah bizi daha çok sevecek, vatanımızı koruyacak diye düşünüyorduk...
Bir araya gelince konumuz hep Türk Tarihi , düşmanların Türklere yaptıkları kötülüklerdi... Tabii bu konuları abartarak anlatıyorduk... Okula gidip gelirken yol boyunca Tabane deresi bize eşlik ediyordu.
Hele bahar mevsiminde, sabahın erken vaktinde, nazlı nazlı akan dere sularına, çınar ağacı yapraklarının arasından süzülüp, suya düşen güneş ışıkları... Hafif bir rüzgarla artan, azalan, adeta suyla dans eden güneşin o ışıltılı, maviden, beyaza dönen muhteşem parıltılarının seyrine doyum olmuyordu...
Küçük evleri, dar sokakları, her bahçede çeşitli meyve ağaçları, vita kutularındaki çiçekleri, samimi komşuluklarıyla bambaşkaydı Tabane...
Bir de hala unutamadığım Habip dede ... Kimdi neyin nesiydi bilmiyorum... Ama bizlere anlattıklarıyla, sevgisiyle , hoş görüsüyle hafızamda yer etti.
Sakallı'nın akrabası olduğu söyleniyordu. Sakallı adını çok duydum ama onu da tanımıyorum... Bildiğim Manisa'nın kurtuluşundan sonra, Spil Dağında kendisine devlet tarafından çok yer verildiğiydi. Bilenler mutlaka vardır.
Habip dedeye ve tüm şehitlerimize Allah'tan rahmet diliyorum...
Vatanımız sağ olsun, huzurumuz daim olsun.