Ayfer Tunç’un Kuru Kız romanını okumak için açtığımızda bizi bir Güney Amerika kıtası haritası karşılıyor. Kıtanın güney ucunda bir kent büyük harflerle belirtilmiş: USHUAIA. Haritanın yanındaki sayfada da bize bu şehir ile ilgili bilgi veriliyor (kısaltarak alıntılıyorum):
“Ushuaia, Arjantin’in Tierra Del Fiego- Ateş Toprakları eyaletinin başkentidir. Dünyanın sonundaki şehirdir. Son yıllarda turizmin gözde yerlerinden biri haline gelen şehirde, Dünyanın Sonu Müzesi, Dünyanın Sonu Deniz Feneri, Dünyanın Sonu Pastanesi ve Dünyanın Sonu adını taşıyan pek çok otel, motel, restoran, kafe gibi çeşitli işletmeler bulunur. Antarktika yolculuklarının çıkış noktasıdır. Ushuaia’da isteyenlerin pasaportlarına “Fin Del Mundo- Dünyanın Sonu” damgası vurulur.”
Roman adsız bir kadının, Kuru Kız’ın Ushuaia’daki yaşamıyla açılıyor. Önce oradaki yaşamını öğreniyor, sonrasında o zamana kadar Türkiye’deki hayatını izliyoruz adım adım. Sondan başa, tersten bir anlatım söz konusu. Romanın ilk cümlelerinde yazar bize bu anlatımın karakterin hikâyesiyle doğrudan ilintili olduğunu hissettiriyor:
“Dünyanın sonunda durmuş, parlak beyazlığı gözlerini alan buzullara bakıyor ve her sonun bir başlangıç olduğunu düşünüyor.
Geride bıraktığı kırk yılın bütün acılarına rağmen şanslı olduğunu da.
Hayatını tersten yaşama ihtimali önünde duruyor şimdi.
Bu ihtimali heba etmemeye kararlı.”
Romanın temel meselesi yazarının da bir söyleşide ifade ettiği gibi, kadının günümüzde toplumdaki yeri. Romanın Ushuaia’dan önceki bölümü belirsiz bir şehirde ismi belli olmayan insanların arasında geçiyor. Bütün kişiler köftecinin karısı, demir doğramacı, dayısı, kardeşi, annesi, babası gibi bir özellikleriyle anılıyor. Erkeklerden bile uzun boyuyla, aşırı zayıf olması nedeniyle başkarakter diğer insanlar tarafından Kuru Kız olarak adlandırılıyor.
“Kardeşinin ölümünden sonra kuru kız demeye başladı pazarcılar. Yüzüne karşı kız kurusu diyemedikleri için.”
Çocuk yaşta annesini kaybeden, uzun bir süre sakat babasına bakan Kuru Kız, erkek kardeşi de öldükten sonra yalnız kalıyor. Kırk yaşına gelmiş ama evlenmemiş olması, fiziksel yapısı ve mahalledekiler tarafından aptal sanılması yüzünden kız kurusu olarak görülen Kuru Kız, bir kadının bu toplumda yaşayabileceği her türlü olumsuz durumu yaşıyor. Romanda sadece iki şeyin adı var: Biri dünyanın sonundaki şehir Ushuaia, diğeri Ushuaia’da Kuru Kız’la evlenmek isteyen Miguel.
Kuru Kız deyince akla kız kurusu geliyor ama romanın ana meselesi karakterin kız kurusu olması değil. Yukarıda da değindiğimiz gibi bireyin bir kadın olarak toplumumuzda yaşadıkları ve buna dair bir umut içermesi. Yazar da zaten Kuru Kız için neredeyse tek umutlu romanı olduğunu söylüyor. Romanın adı romanla ilgili birçok şeyi imlediği için Kuru Kız. Ayfer Tunç bunu şöyle açıklıyor:
“Meselesi sadece kız kurusu olmadığı için kitabın adı ‘Kuru Kız’. Karakterin hayatı kuru, bedeni kuru, içinde bulunduğu çevre ruhen kuru ve okurlarımın alışık olduğunun aksine, romanın dili de süssüz, kuru olduğu için ‘Kuru Kız’.”
Kuru Kız’ın hayatı akıllı telefon alması ve internetle değişiyor. Gezi videoları izliyor, dünyanın yaşadığı mahallenin ötesinde nasıl olduğunu görüyor, başka dünyaların, başka yaşamların olduğunu keşfediyor ve kırk yaşına girmesine birkaç ay kala tüm hazırlıklarını yaparak Dünyanın Sonu’na yolculuğa çıkıyor.
Edebiyatın en güzel yanlarından biri okura yolculuk yaptırması: Zamanda yolculuk, mekânda yolculuk, insanların iç dünyalarında yolculuk..
Yayımlanmış tüm eserlerini okumuş biri olarak söyleyebilirim ki, Ayfer Tunç her öyküsünde, her romanında okura bir yolculuk yaptırmakla kalmıyor, her seferinde bunu farklı yöntemler kullanarak, farklı dünyalar yaratarak yapıyor. Verdiği edebi hazzın kaynağı da burada yatıyor. Otuz beş yıldır yazan bir edebiyatçı olarak birçok yazarın düşebileceği -düştüğü- kolaycılığa kapılıp ne kendini tekrar ediyor, ne hikâyelerini. Çünkü kendisinin de dediği gibi “Anlatının geçtiği zaman diliminde yürürlükte olan toplumsal meseleleri var kılmak yazarın sorumluluğudur. Çünkü roman yazmak, aynı zamanda tarih yazmaktır.”
“Ama tarih bile tekerrür ediyor,” diyenleriniz olabilir. O zaman size Mark Twain’in çok sevdiğim sözünü hatırlatmak isterim: “Tarih kendini tekrar etmez, ama kafiyeli konuşur.”
İşte romancıdaki kafiye de dilidir, üslubudur.
Bu noktada Ayfer Tunç’un geçen yıl yayımlanan romanı Kuru Kız’ın sade, süssüz bir anlatım içermesi kimi okurlarca şaşırtıcı bulundu ama ben şaşırmadım. Romana başlar başlamaz yeni bir yolculukla karşı karşıya olduğumu anladım. Bunun sebebi yalnızca kitabın beni bir haritayla hikâyeye buyur etmesi değildi. Kuru bir hayatın nasıl yeşertilebileceğiyle ilgili bir hikâyenin içine daldım ve okumamın üzerinden bir yıl geçmesine rağmen o sade dili sebebiyle Kuru Kız zihnimde canlı bir karakter olarak yaşamaya devam ediyor.
Bir romanı da iyi yapan şeylerden biri bu bence. Raskolnikov’u sokakta görsem tanıyacağıma eminim. Bir otel görevlisi bana Zebercet’i çağrıştırabilir. Bir devlet dairesinde acaba bu Raif Efendi mi diye düşünebilirim.
Kuru Kız da benim için artık Osman ve Şebnem gibi yaşayan bir karakter. Fehime de öyle. Aziz Bey de öyle. Deliler Evi’nin karakterleri de öyle.
Bu söylediklerim edebiyat tutkunu olmayanlara delice gelebilir. Delice mi bilmem ama şu bir gerçek: Edebiyat hayatı kapsar. Öyle olmasa Yusuf Atılgan’ın cenazesinde Zebercet’in ne işi var? Zebercet ve Aylak Adam kendilerini yaratan yazar 9 Ekim 1989 günü öldüğünde onun cenazesine gittiler, çünkü Ayfer Tunç bunu yazdı. O yazdığı için gidebildiler. Yaratıcımız Yusuf’u okursanız o günü Zebercet’in ağzından dinleyebilirsiniz.
Ya da edebiyat bu denli bir tutku olmasa Kuru Kız’ın hayatındaki büyük dönüşümü kırk yaşında gerçekleştirdiğini okuduğumda aklıma niye Ayfer Tunç’ın Tevekkül öyküsü gelsin ki? Öyküde anlatıcı “tefekkür kırkından sonra başlarmış” diyordu ama belki de Cafer karakterinin dediği doğrudur; kırkından sonra başlayan tefekkür değil de tevekküldür.
Yolculuk kavramına değinmişken belirtmeliyim ki, sadece Kuru Kız’da değil Ayfer Tunç’un tüm eserlerinde bir yolculuğa çıkarız. Bir Deliler Evinin Yalan Yanlış Anlatılan Kısa Tarihi’nde bir hastane ekseninde, yüzyılı aşan hem tarihsel hem toplumsal bir yolculuğa çıkarır bizi yazar. Âşıklar Delidir’de hem kıtalararası hem aşklar arası bir yolculuğa çıkarız. Mağara Arkadaşları öyküsünde ana karakter Ayyıldız Apartmanı’dır. Aziz Bey Hadisesi’nde yine bir yolculuk içindeyizdir. Siz ve Şakalarınız öyküsünde bir huzurevindeyizdir.
Bir Mâniniz Yoksa Annemler Size Gelecek kitabında Türkiye’nin kültürel tarihinde bir yolculuk yaparız. Yetmişli, seksenli yılların günlük yaşamına ışık tutan bu kitap yıllar sonra başka bir kitap okurken aklıma düşmüştü yeniden. Nobel Ödüllü yazar Annie Ernaux’nun Seneler romanını okurken Ayfer Tunç’un kitabıyla koşutluklar görmüş ve “Fransa ya da Türkiye, birçok konuda iki ülkede de aynı toplumsal dönüşümler, değişimler yaşanmış ama biz ne çok geriden gelmişiz,” diye düşünmüştüm. Seneler romanı “Bütün görüntüler yok olup gidecek” cümlesiyle başlıyordu; Bir Mâniniz Yoksa Annemler Size Gelecek ise yakın tarihimizdeki birçok görüntüyü neredeyse her ayrıntıya yer vererek tarihe not düşüyor, geleceğe aktarıyordu.
Edebi çağrışımlar, okumayı daha keyifli hale getiriyor. Annie Ernaux’nun yıllar önce okuduğum bir Ayfer Tunç kitabını hatırlatması, Kuru Kız’da Ushuaia ile ilgili bilgiyi okurken çocukluğuma gidip Jules Verne’in Dünyanın Ucundaki Fener’i okuyuşumu anımsamam (o roman da Ushuaia’yakın bir adada geçiyordu), Deliler Evi’ni okurken Charles Dickens’ın “Hepimizin dirseği birbirine değiyor” cümlesinin zihnimde belirmesi..
Hep söylerim; en iyi kitap sizi başka bir kitaba götürendir. Eğer bir kitap sizi o yazarın başka bir kitabına veya başka yazarlara götürüyorsa o kitap iyi kitaptır. Ayfer Tunç da bir kitabını okuduğunuzda diğer kitaplarını da okuma isteği uyandıran bir yazar. Yazarın hiçbir kitabını okumadıysanız Kuru Kız kısalığıyla sizi yanıltmasın. Ayfer Tunç’un romanları genelde uzundur. Kuru Kız, önce öykü kitabında yer alıp sonra ayrıca tek kitap olarak yayımlanan Aziz Bey Hadisesi ile Suzan Defter’den sonra en kısa romanı diyebiliriz.
İlk kez Ayfer Tunç okuyacaksanız elbette Kuru Kız ile başlayabilirsiniz; bunun yanı sıra benim önerim önce Aziz Bey Hadisesi, hemen ardından Bir Deliler Evinin Yalan Yanlış Anlatılan Kısa Tarihi. İkisini art arda okuduğunuzda ne kadar farklı ve kalemi zengin bir yazar olduğunu anlayacak ve diğer kitaplarına doğru yol alacaksınız zaten.
*Ayfer Tunç, Kuru Kız. Can Yayınları
*Tevekkül öyküsü için: Ayfer Tunç, Evvelotel-Saklı. Can Yayınları
*Yaratıcımız Yusuf için: Ayfer Tunç, “Ömür Diyorlar Buna”. Can Yayınları
*Ayfer Tunç söyleşisi için: Aslı Örnek, Ayfer Tunç: Roman yazmak, aynı zamanda tarih yazmaktır.” gazeteduvar.com.tr -23.04.1923. Erişim tarihi: 19.03.2024