Yaşanmış bu hikaye içimi sızlattı...
90’lı yıllarda dört küçük çocuğuyla, Karadeniz'den Manisa'ya gelen Mehmet, Malta'da küçük bir ev tutup, kendisi de bir fabrikada bekçi olarak çalışmaya başlıyor. .
Mevsim kış, elindeki para kısıtlı olduğu için, geldiği ayın yarısında sıfırı tüketiyor. .
Sabah evden çıkarken eşi çaresiz bir şekilde, evde odun kömür kalmadığını söyleyince, Mehmet'in adeta kolu kanadı kırılmıştı.
Öyle ya aylardan Aralık, yabancısı olduğu bir şehirde dört çocukla, bu soğukta odunsuz kömürsüz, parasız ay sonunu nasıl getirecekti.
Borç isteyecek kimsesi yoktu. Kendisi, eşi her türlü sıkıntıya katlanırdı da. Çocukları, o körpe yavruları. Onlar soğuğa nasıl dayanırlardı...
Mehmet bu sıkıntılı düşünceler içinde, servisten inip eve geldi.
Karısı küçük tüpte un çorbası kaynatıyordu.
Çocuklar tüpün etrafına oturmuş, hem ısınmaya çalışıyor, hem de çorbanın hazırlanmasını seyrediyorlardı. .
Çorba hazırlanınca hepsi ellerini yıkayıp yer sofrasına oturdular. Çocuklar soğuktan titriyordu...
Mehmet çorbada iki kaşık alıp bıraktı. Çocukların hali içini parçalamıştı, dışarıya çıkıp biraz dolaşıp, eve geri döndü.
Karısına çocukları giydirip, hazırlanmasını söyledi.
Eşi şaşkınlıkla çocukları giydirdi. Sokağa çıkarken Mehmet;
- Çocuklar sizi mağazalara götürüyorum. Biz annenizle mobilyalara bakarken siz sobanın başına gidip ısının, tamam mı? Diye tembih etti. Sabahtan beri soğuktan titreyen çocuklar babalarının bu sözünü sevinçle kabul ettiler.
Sırasıyla Malta caddesindeki mağazalara girip, mobilya alacakmış gibi , mağaza sahibiyle konuşuyor, kalite, fiyat hakkında, ödemelerle ilgili sorular soruyor, bu arada çocuklar koşarak ısıtıcının başına toplanıyorlar, Mehmet de elinden geldiğince mağazada kalma süresini uzatıyor, göz ucuyla çocukların ısınmasını seyrediyordu.
Eve dönünce de hemen çocukları uyutuyorlardı.
Beş altı gün bu şekilde idare ettiler.
Farkında olmadan aynı mağazaya tekrar girince mağaza sahibi Mehmet'i dikkatle bakmaya başlayınca, Mehmet çocuklarının yanında mahcup olmamak için adamın yanına gidip:
- Abi ben mobilya falan alacak değilim. Zaten durumum yok. Evde odun kömür kalmadığı için çocuklar ısınsın diye mağazalara eşya alacakmış gibi gidiyoruz...Ben dükkan sahipleriyle konuşurken çocuklarım biraz olsun ısınıyor. . Sizi meşgul ettiğim için özür dilerim.
Dedi, bunu öğrenen mağaza sahibi Mehmet'e üzüntüyle bakıp:
-Oğlum niye daha önce söylemedin, insanlık öldü mü ?
Dedi yanında çalışan elemana misafirler için çay getirmesini söyleyip, Mehmet'le dükkandan çıktı. Yakınlardaki kömürcüden on torba kömür, beş çuval odun alıp skodayla eve gönderip, Mehmet'e sobayı yaktıktan sonra mağazaya gelip eşini, çocuklarını eve götürmesini söyledi.
Mehmet sobayı yakarken gözyaşları ateşin üstüne damlıyordu:
-Allah’ım sen ne büyüksün, şükür sana. O iyi kulundan razı ol diye dua ediyordu.
Mağazaya dönüp, iyi yürekli adama dua ve teşekkürlerle veda edip çocuklarıyla eve geldi.
Bir haftadır buz gibi soğuk olan ev nihayet ısınmıştı.
Küçük oğlu sobanın yanına gidip üstündeki kapağın aralığından görünen ateşe bakıp, babasına koşup:
- ‘Baba nanıyo nanıyo!’ diye sevinçle bağırarak sobayı gösteriyordu.
Günlerdir yanmayan sobanın, yanıyor olması çocuğu hem şaşırtmış, hem sevindirmişti ...
O günleri hatırladığında hala gözleri yaşaran
Mehmet :
- Allah kimseyi çaresiz bırakmasın. O yokluk günleri bir daha gelmesin. Allah o iyi insandan, onun gibi merhamet sahibi kullarından razı olsun. Diye düşünerek yaşadığı ibretlik hikayesini bir kez daha hatırladı.
Her evde ocak yanıyor, tencere kaynıyor. Ama o tencere de et mi kaynıyor, dert mi kaynıyor kimse bilmiyor...