Mesut çocukluğunun unutulmaz hatıralarını yaşadığı Manisa'yı her zaman özlemle yad etmektedir.
Manisa'daki üzüm bağlarını, bağ akşamlarını, büyük annesinin otoritesini, güzel komşuluk ilişkilerini, komşular arası yardımlaşmayı hep o bağlarda öğrenmişti...
Dedesi ölünce baba annesi otoritesini iyice artırmış, evin ailenin yönetimine el koymuştu.
Mesut'un babası ailenin en büyük oğlu olduğu için işleri baba anneyle birlikte yönetiyordu.
O yaz bağ işleri sorunsuz halledilmişti.
Üzümlerin kesimi, kurutulması, satışa hazır hale getirilmesi sırasıyla yapılmıştı.
Mesut'un babası bütün bu işleri yaparken diğer kardeşleriyle, Mesut da elinden geldiğince yardım etmişti..
O yıl hasat çok bereketli olmuştu.
Üzüm parasını alınca baba anne büyük oğlunu karşısına alıp;
-Oğlum çok şükür bu sene bağdan güzel gelir elde ettik. Şimdi o paranın borçlardan, giderlerden kalanın kırkta birini ayır bana getir. O parayı zekat olarak dağıtacağız. Baban bunu size duyurmadan yapardı. Bundan sonra da aynı şekilde devam edeceğiz dedi. Mesut'un babası buna itiraz edince annesi kararlı bir sesle;
-Mahir sakın bir daha bu konuda bir şey söyleme. O para kazancımızın, malımızın zekâtıdır. O kadar... Zekat malın sigortasıdır diyerek konuyu kapatmıştı.
Yıllarca aile bu zekât işini aksatmadan yerine getirmişti.
Mesut okulu bitirdiği yıl önce baba annesini, evlendiği yıl da babasını kaybetti.
Manisa'dan ayrılıp üç arkadaşıyla İstanbul'da bir ihracat şirketi kurdu.
Zamanla bir firma, küçük işletme derken, kendi ürünlerini ihraç eder duruma gelmişti.
On yılın sonunda üç kişiyle başladıkları işleri, yüz elli çalışanı, kalitesi ve başarısıyla hatırı sayılır bir şirket olmuştu.
Artık şirketleri istikrarlı bir şekilde büyüyordu.
Mesut payına düşen kazançtan İstanbul'un gözde yerlerinden arsa alıyordu.
Aklının bir köşesinde, herhangi bir kriz durumunda şirkete destek olur fikri vardı.
Yüz elli çalışanın geleceğini düşünmek zorundaydı.
1975 yılında başlayan İstanbul macerası 2000 yılında ortaklarından ayrılıp kendi işinin başına geçmesiyle devam etmişti.
Burada ilginç olan Mesut beyin iş hayatında girdiği her krizi başarıyla atlatmasıydı.
Bu işin sırrını soranlara;
-İş dünyası hayat gibi iniş - çıkışlarla dolu.
Ben de defalarca uçurumun kıyısına geldim. Öyle ki hiç istemediğim halde işçi çıkarmak için liste hazırlatmak zorunda kaldım. Çalışmaya ihtiyacı olan insanları işten atmak kadar acı veren, vicdanı yaralayan bir şey olamaz. Şükür ki her defasında hiç ummadığım bir ihracat işi çıktı. Ben de çok şükür işçi çıkarmak zorunda kalmadım. Bunun sırrı baba annemin bize öğrettiği zekâttı.
Zekâtın farz olduğunu bilmek başka uygulamak başka... Allah'a çok şükür her yıl istisnasız kazancımın kırkta birini zekat olarak dağıttım. Ömrüm oldukça da dağıtacağım.
Zekât dağıttıkça kazancım arttı, bereketlendi. Manevi huzurum, gönül zenginliğim, cömertliğim vicdanımı rahatlattı. Daha hoşgörülü biri oldum.
Kısacası kazancımın kırkta birini ihtiyacı olanlara vererek bire bin kazandım.
Bundan büyük zenginlik olur mu.?
Ne zaman Manisa'yı hatırlasam, bağ evinde, baba annemin babama zekâtla ilgili konuşmasını hatırlarım...
Manisa'yla ilgili binlerce hatıram var.
Ancak hayatıma yön veren bu hatırayı hiç unutamıyorum...
Not: Aslına sadık kalarak, bana gönderilen bir anıyı hikayeleştirmeye çalıştım.