103- Emile Zola’yı çocuk aklım Emine Zola diye okumuş ve epey bir süre Zola’yı kadın sanmıştım. Zola’nın resmini ilk gördüğümde ne çok şaşırmıştım.

104- Zola sayesinde isimlerin cinsiyet konusunda yanıltıcı olabileceğini öğrendim. Türk edebiyatında da sadece isimlerine bakarak yanılabileceğimiz yazarlar var: Bilge Karasu: Erkek / Ece Ayhan: Erkek / Suat Derviş: Kadın / Berna Moran: Erkek/ Nihal Atsız: Erkek / Tezer Özlü: Kadın / Selçuk Baran: Kadın

105- Selçuk Baran edebiyatımızın müstesna isimlerinden biridir. Bir Solgun Adam romanı 1974 Milliyet Roman Yarışması’nda mansiyon ödülü almış ve yayımlandıktan sonra edebiyatımızın kült eserleri arasına girmiştir. Aynı yarışmada birincilik ödülünü Vedat Türkali’nin Bir Gün Tek Başına adlı romanı almıştı (gençlik yıllarımdan beri defalarca okuduğum ve sevdiklerime armağan etmekten en çok keyif aldığım romandır Bir Gün Tek Başına. Keşke herkes okusa).

106- Her şeyin olduğu gibi edebiyat ödüllerinin de eski zamanlarda yapılanları çok daha kıymetli, muteberdi. Bunu ödül alan eserlere bakınca daha iyi anlıyorsunuz. Günümüzde ödül alan eserlerin ve yazarların çok azı kalıcı olabiliyor; oysa günümüzden elli yıl, altmış yıl önce yapılan yarışmalardaki eserleri günümüzde de okuyoruz ve okuyacağız. Bir üst maddede bahsettiğim iki eser edebiyatımızın köşe başlarında yer alıyor. İki örnek daha vereyim. Attilâ İlhan’ın tüm ülkede tanınmasını sağlayan yarışma 1946 CHP Şiir Ödülleri’ydi. İzmir Atatürk Lisesi’nde okurken dolabında bulunan Nâzım Hikmet şiirleri nedeniyle mahkûm olan, elinden alınan öğrenim hakkının iadesi için yıllarca ailesiyle mücadele eden, sonunda kazanıp Işık Lisesi’ne kaydolan Attilâ İlhan bu yarışmaya katıldığında lise son sınıftaydı. Cebbaroğlu Mehemmed şiiriyle yarışmaya katıldı ve dev şairleri geride bırakarak ikinci oldu. Yarışmanın birincisi Otuz Beş Yaş şiiri ile Cahit Sıtkı, üçüncüsü ise Fazıl Hüsnü Dağlarca’ydı. Jüri üyeleri arasında Ahmet Hamdi Tanpınar, Ahmet Kutsi Tecer, Nurullah Ataç vardı.

1958 Yunus Nadi Roman Armağanı sayesinde edebiyat okurları bambaşka bir yazarı tanıyacaktı. Yusuf Atılgan’ın Aylak Adam romanı bu yarışmada ikinci oldu. Birincilik ödülü ise Fakir Baykurt’a verildi. Jüri üyeleri arasında Halide Edip, Orhan Kemal, Behçet Necatigil, Haldun Taner, Yaşar Kemal vardı.

107- Aylak Adam Yaşar Kemal sayesinde yarışmaya katılabildi. Yusuf Atılgan’ın yakın arkadaşı İhsan Bayram’ın anlattığına göre, dosyaların teslim zamanının son gününde İstanbul’a gidiyorlar. Son dakikada yarışmayı düzenleyen Cumhuriyet gazetesine varıyorlar. İhsan Bayram binaya giriyor, Yusuf Atılgan dışarda bekliyor. Görevli kabul etmiyor dosyayı, süre doldu diyor. İhsan Bayram çok ısrarcı olunca görevli onu Yaşar Kemal’e yönlendiriyor. İhsan Bayram sıkı bir Yaşar Kemal okuru olduğu için, İnce Memed’den giriyor, başka eserinden çıkıyor Yaşar Kemal’i ikna ederek dosyayı teslim almalarını sağlıyor.

108- “İnsanları yalan söyledikleri zaman dinlemeyi severim. Olmak istedikleri, olamadıkları ‘kişi’yi anlatırlar.”- Aylak Adam

109- “Ne çok yalan söyleniyordu yeryüzünde; sözle, yazıyla, resimle ya da susarak.”- Anayurt Oteli

110- Yazarların son sözleri: (3)

“Bunun da şimdi sırası mı?”- Ahmet Haşim

“Nicedir şampanya içmemiştim.”- Anton Çehov

111- Çehov’un cenaze töreni tam bir Çehov tarzıydı. Almanya’da son nefesini verdikten sonra, eşi Olga’nın girişimleriyle cenazesi trenle Moskova’ya getirildi. Çoğu öyküsünde yaşamın saçmalığını vurgulayan, mizahla hüznü iç içe veren o acı alay vardır ya, işte o gün garda öyle bir sahne yaşandı. Dostları trenin gelişinde hazır bulunmak için Nikola Garı’nda toplandılar. Tabutu taşıyan vagonun üzerinde büyük harflerle İstiridye Taşımacılığı yazdığını görünce şaşkına döndüler. Gorki, öfkeden boğulacak gibi oldu. O sırada garın peronunda askeri bando bir ölüm marşı çalmaya başladı. Cenaze alayı oluştu. Dostları yürüyüşe katıldı. Kimse, Çehov’un neden savaş müziğiyle toprağa verilmekte olduğunu anlamıyordu. Sonradan öğrendiler ki, gara Çehov’un cenazesiyle aynı zamanda getirilen ve Mançurya’da ölen bir generalin tabutunun arkasından gidiyorlardı. Yanlış cenazenin peşine takılmışlardı! Farkına varınca bıyık altından gülerek yoldan döndüler tabii.

112- Oscar Wilde’ın cenazesine 7 kişi katıldı. Son günlerini geçirdiği otelin sahibi çelenk göndermişti. Çelenkte “Kiracıma” yazıyordu.

113- Mezarlıklar Çehov’un çok ilgisini çekiyordu. Sık sık mezarlığa gidiyor, mezar taşları üzerindeki yazıları okuyordu.

114- Charles Dickens da morglara meraklıydı. Günlerce morglarda kalıyordu.

115- Hulki Aktunç’un Büyük Argo Sözlüğü’nden: (YKY)

*tırnaksız: Fırsatçı; kötülüğü, başkalarının güç anlarında belli olan kimse: “Demek Gafur gibi bu da dırnaksızdı? Yaramazdı canım, böylelerine iyilik etmek yaramazdı.” (Orhan Kemal, Gurbet Kuşları)

116- Bilge Umar’ın Türkiye’deki Tarihsel Adlar’ından: (İnkılâp Y.)

*İaza: Bulunan yazıtlarla varlığı ve adı öğrenilen bir Lydia köyü ya da kasabası. Bunun yerindeki Türk köyü geçen yüzyılda, İaza adını bir ölçüde yaşatarak, Ayazviran diye anılıyordu. Köy Alaşehir’in kuzeyindedir, Manisa ili Kula ilçesine bağlıdır, şimdiki adı Ayazören’dir.

117- Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Beş Şehir’inden:

“Atatürk’ü ilk defa Erzurum’da gördüm. Onunla tek konuşmam da Erzurum Lisesi’nde oldu. İki gün evvel Kars kapısında bütün şehir halkı ile beraber karşıladığımız adam, liseye gelir gelmez beraberindeki ‘huzuru mutad zevatın’ arasından âdeta sıyrılarak aramıza girdi. Sakin, kibar, daima dikkatli ve her şeye alâkalıydı. O günü, Erzurum Lisesi’ndeki hocalara, talebelere, orada rastlayacaklarına vermişti. Ne pahasına olursa olsun sözünü tutacaktı. Yemeğe katılmayacaktı,  fakat ikindi çayı içmeğe razı oldu. Yarım saatte gidecekti. Üç buçuk saat bizimle kaldı.

Kendisine söylenenleri son derece rahat bir dinleyiş tarzı vardı. Bununla beraber araya garip bir mesafe koymasını da biliyordu. Bu mesafe, yalnız yaptığı işlerden veya mevkiinden gelmiyordu, Mustafa Kemalliğinden geliyordu.”  (Beş Şehir, MEB Devlet Kitapları, 1969)

[email protected]