23 Mart 2025 sabahı...
İki gelişme, Türkiye siyasetinin yönünü belirleyecek şekilde aynı güne denk geldi.
Bir yanda CHP’nin cumhurbaşkanı adayını belirlemek için yaptığı ön seçim vardı.
Sınırlı duyuru, normal seçim düzenine göre çok daha az sandık, ve uzun kuyruklara rağmen yaklaşık 15 milyon seçmen oy kullandı.
İktidar için “can sıkıcı” bir rakam olabilir, çünkü bu aday belirlemenin ötesine geçen bir “irade beyanı”dır.
Ama farklı bir senaryo başka yerde yazıldı.
Dört gündür gözaltında tutulan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu tutuklandı ve Silivri Cezaevi’ne gönderildi.
Türkiye, bir yandan demokratik katılım örneği verirken, diğer yandan o katılımın öznesi cezalandırıldı.
Bu kadar mı tesadüf olur?
Aynı gün biri halkın oyuyla yükseltiliyor, diğeri devlet eliyle yere çekiliyor.
Buna ister “zamanlama manidar” deyin, ister “gösteri siyaseti”, adı her ne olursa olsun ortada bir gerçek var.
İktidar, seçmenle değil, rakiple değil, iradenin kendisiyle sorun yaşıyor.
Silivri Cezaevi denince akla artık adalet değil, hesaplaşma geliyor.
1980 darbesi döneminde Metris, Mamak ve Diyarbakır cezaevleri sadece suçluların değil, rejimin “rahatsız olduklarını” içeri attığı yerlerdi. Demokrasi tarihimizde nefretle anılan sembollerhaline geldiler. Hatta Diyarbakır Cezaevi artık müze olarak faaliyet gösteriyor. Bu cezaevleri adlarına şiirler, şarkılar, türküler yazıldı.
Bugün Silivri de aynı işlevi görüyor.
Aradaki fark ne?
O zaman fiilen darbe vardı.
Bugün, sandık var ama seçilmişe de cezaevi var.
İmamoğlu, İBB hakkında yıllardır süren müfettiş soruşturmalarına rağmen doğrudan bir suçla ilişkilendirilemedi.
Ama üç gizli tanığın “duydum, tahmin ediyorum” minvalindeki ifadeleriyle tutuklandı.
Gerçekten mi?
Dünyanın en büyük metropollerinden birinin belediye başkanını, 16 milyon kişinin seçtiği bir yöneticiyi, bu kadar kolay mı alıyorsunuz cezaevine?
Hani hukuk, hani delil, hani adalet?
Peki, Erdoğan bu işten ne kazandı?
Bana ve bir çok kişiye göre hiçbir şey.
Aksine, Özgür Özel'e “liderlik anı” hediye etti. Özel de bunu son derece başarılı bir şekilde kullandı ve kriz anında liderlik vasfını ortaya koydu.
CHP içerisinde olduğu söylenen fikir ayrılıklarının olmadığını gösterdi,
dağınık olan muhalefeti birleştirdi.
İmamoğlu’nu sadece bir belediye başkanı değil, muhalefetin ortak adayı haline getirdi.
Silivri Cezaevi’nde yine siyasi tutuklu olarak yatmakta olan Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ, İBB Başkanı İmamoğlu ve Şişli Belediye Başkanı Şahan ile sohbet ettiğini söyledi.
Bu fotoğrafın siyasi anlamı büyük.
Yıllardır kutuplaştırarak yönetilen siyasetin tabanı cezaevinde birleşti.
Bunu iktidar kendi eliyle yaptı.
Bir de elbette işin ekonomik ve dış siyaset boyutu var.
Hani Mehmet Şimşek’in “rasyonel zemine dönüş” hikâyesi vardı ya…
O da çöktü.
Yatıştırılmış bir ekonomi yaratmak isterken,
bu siyasi krizle yeniden risk ortamı oluştu.
Üç gün içinde Merkez Bankası’ndan 27 milyar dolar buharlaştı.
Zaten az ve tedirgin olan sermaye kaçtı.
Borsa dibe vurdu.
İmamoğlu içeri atıldı, ekonomi dışarı kaçtı.
Bu neden yapıldı?
Siyasi riski azaltmak için.
Oysa tam tersi oldu.
Dışarıda ise, Avrupa Konseyi'nden kınama, bir çok başbakanlık, bakanlık ve belediye başkanı düzeyinde açıklamalar var. Neredeyse tüm dış basına da konu oldu. Bu ülkemiz adına çok üzücü ve utanç verici bir durum.
Ve meydanlar.
Artık neredeyse CHP çağrı yapmadan insanlar sokaklara dökülüyor.
Ellerinde parti bayrağı yok.
Atatürk’lü Türk bayrakları, sade ifadeler ve akıllarda tek bir cümle var;
“Seni de biz seçtik. Gidecek biri varsa da biz göndeririz.”
Bu kadar basit.
Yani mesele CHP değil.
Mesele İmamoğlu da değil.
Mesele seçme hakkı.
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları buna müdahale edilmesine şiddetle karşı.
Sessizce, ama yaygın.
Öfkesiz, ama kararlı.
Sonuç?
Bir iktidar halkın seçtiği kişiyi, kendi hukuk düzeni içinde değil, kendi siyasi ihtiyaçlarına göre cezalandırırsa,
bunun adı artık demokrasi olmaz.
12 Eylül generalleri sandığı askıya aldı.
Bugünküler sandığı bırakıyor gibi yapıp, seçileni alıyor.
Bazen bir ülkenin siyasi hikâyesi,
iki ayrı sahnede eş zamanlı yaşanır.
Bir sahnede oylar sandığa atılır.
Diğerinde bir kişi cezaevine götürülür.
Ve biz hangisinin geleceğe kalacağını, bugünün meydanlarında biriken insanlardan, sandığa koşa koşa giden yurttaşlardan anladık.
Kaçış yok, o sandık orada duruyor hâlâ.