Bir kente isim vermek, yalnızca bir etiket meselesi değildir. O isim, kentin kimliğidir, hafızasıdır, belleğidir. Bu nedenle öyle alelacele, tepeden inme yöntemlerle yapılacak bir iş hiç değildir. Önce o kentte yaşayanlara sorulmalı. Seçenekler oluşturulurken o kentin tarihine, doğasına, kültürel birikimine, simgelerine bakılmalı. Ve hepsinden önemlisi, başka şehirlerin değerlerine ortak olmadan, kentin kendi içinden filizlenmeli isim. Özgün olmalı. Sahiplenilebilir olmalı.
Yunus Emre öyle bir halk ozanı ki, adı geçtiğinde bir başka olur insanın içi. Tatlılaşır kelimeler, yumuşar öfke.
“Yunus bu sözleri çatar
Sanki balı yağa katar
Halka mata'ların satar
Yükü gevherdir tuz değil.”
Evet, Yunus’un yükü gevherdi. Sözleri, çağlar ötesinden gelen bir hakikat taşıyıcısıydı. Ama asla Manisa'mızın yerel bir değeri değil maalesef.. Ülkemizde Yunus Emre’ye ait olduğu öne sürülen ondan fazla türbe var; Eskişehir, Konya, Kırşehir, Bursa, Erzurum, Isparta, Ordu, Tokat, Sivas, Afyon ve Manisa’mızın Kula ilçesinde… Hatta Azerbaycan’da bile bir türbesi var.
Peki Manisa merkezi ile Yunus Emre’nin ne ilgisi var? Hangi bağla özdeşleşiyor?
Bir önceki yazımda üniversite üzerinden benzer bir konuya değinmiştim. O meselede olduğu gibi burada da isim yukarıdan geldi. Bir gün uyandık ve gördük ki bizim “Laleli”, "Yeni Manisa", "Yunt Dağı" vs bölgelerimiz bir anda “Yunusemre” olmuş. Dönemin milletvekili, Yunusemre ilçemizin isim babası Kulalı Sayın Hüseyin Tanrıverdi öyle uygun görmüş. Kendisi de öyle bir telaffuzla söylerdi ki Yunus’un adını; “Yuuuunusemre...” diye. Sanki"u" harfi ne kadar uzarsa o kadar uhrevi olacakmış gibi.
Oysa Yunus, sade konuşurdu. Lafı uzatmaz, özü söylerdi.
İsmi yerleştirmek adına her yıl anmalar düzenlendi, çeşitli etkinlikler yapıldı. Ama olmadı. Olmaz da. Çünkü Manisa’nın tüm yerel değerleri es geçilerek seçilen isimler, hem halkın belleğiyle hem dilinin doğallığıyla çelişti. Anemon, Spil, Mesir, Sultani, Gediz gibi bu topraktan filizlenmedi. Ne semt tabelasında kendini bulabildi, ne sokakta bir çocuğun ağzında. Belediye ve resmi daire şube tabelalarında o kadar..
Gelelim Şehzadeler'e. Onda ne var kardeşim demeyin lütfen, oysa ne güzel türkçemiz var bizim.
Evet, Manisa Osmanlı döneminde “şehzadeler şehri” dir. Bu geçmişle hepimiz gurur duyuyoruz. Ancak bir isim olarak “Şehzadeler” kullanımı, dilde anlam kaymasına yol açıyor. Çünkü şehzadeler bir sıfattır, bir dönemi ve kişileri tarif eder. “Şehzadeler Şehri Manisa” bir slogandır, evet. Ama “Şehzadeler” diye bir şehir ismi olmaz, olmamalı. Tıpkı “Padişahlar” ya da “Vezirler” diye bir yer ismi koymanın garipliği gibi.
Yahu hangi şehzadeler?
Şehzade Mehmet mi? Şehzade Mustafa mı? Şehzade Süleyman mı?
Direkt Şehzade Mehmet konulabilirdi mesela..
Aslında meselenin yanlışlığı en başında,
Bir anda şehrin ikiye bölünmesinde. Bir kentin gövdesi ortadan kesildi. Karaköy'ün bir bölümü Yunusemre bir bölümü Şehzadeler..
Köylerimiz de mahalle oldu. Sorun bakalım hangi köylü bundan memnun? Kent merkezine ulaşımları problemli hale geldi, köylünün kentten ayağı kesildi, bahçelerinde bir hayvan beslemek dahi problem oldu.
Neyse daha da uzatmadan özetle söylemek gerekirse, kent isimleri tabelaya değil tarihe yazılır. O yüzden de sıradan bir karar değildir. Kentin ruhunu yansıtmayan, aidiyet yaratmayan, halk belleğinde yer almayan isimler tabelada kalır. İsimler, kent kimliğinin çekirdeğidir.
İsimler, geçmişle bağ kurar, aidiyet üretirler. Kent hafızası halkla birlikte yazılır.
Bunlar dikkate alınmadığında bugün olduğu gibi dönüp sorarız birbirimize; "Niye Manisalılar birbirini tutmaz, neden aidiyet yok?" diye..