Türkiye’de özelleştirme denince hâlâ akla Turgut Özal gelir. Oysa bu son derece hatalı bir ezber. Türkiye Cumhuriyeti tarihinde yapılan özelleştirmelerin yalnızca %1’i Özal dönemine aittir. %10’u, ondan sonraki koalisyon hükümetlerinde gerçekleşmiştir. Peki kalan %89? Evet, AK Parti döneminde yapıldı.
Sayılar yalan söylemez. 63 milyar dolarlık bir özelleştirme geliri var. Bunun yaklaşık %30’u çeşitli yükümlülüklere –emeklilik primleri, tazminatlar, borçlar– gitmiş. Geriye kalan, kabaca 50 milyar dolar. Yani bir ülkenin yüz yıllık sanayi, kamu, altyapı birikimi, stratejik kuruluşları bu fiyata haraç mezat satılmış.
Sümerbank, TEKEL, TÜPRAŞ, SEKA, Telekom, Petkim, şeker fabrikaları, çimento fabrikaları, limanlar, sosyal tesisler, oteller... Sanki önemli, gerekli ve faydalı bir iş yapıyormuş havasıyla kârlı olan da satıldı, stratejik olan da. Bugün ismi unutulmuş bazı KİT'ler bir zamanlar Türkiye’nin üretim omurgasıydı. Şimdi yoklar. O boşluk ise hâlâ dolmuş değil.
Bir Kemal Unakıtan vardı. Dönemin Ak Partili Hazine ve Maliye Bakanı. En akılda kalan cümlesi şuydu; “Babalar gibi satarız”. Hakikaten satmadıkları liman, fabrika, işletme kalmadı. Ama iş bununla bitmedi. Üzerine bir de bizden, yani halktan toplanan yaklaşık 3 trilyon dolarlık vergi var. Devasa, inanılmaz bir kaynak. Peki ne oldu?
Bugün geldiğimiz noktada Türkiye, dünyanın en yüksek gıda enflasyonu sıralamasında zirveye oynuyor. Gençler geçim derdinde, aileler barınma kriziyle boğuşuyor. Ev almanın, araba almanın hayalini bile kuramıyoruz.
Elimizde ne kaldı?
Roketsan, Havelsan gibi kurumların bilgi birikimiyle ve teşviklerle geliştirilen projeler, bunların da damat kontenjanından siyasi propagandaya dönüştürülmesi. Ona da en ufak laf ederseniz hemen “vatan haini” ilan edilirsiniz. Ama milletin cumhuriyetin kuruluşundan bu yana edinilmiş bunca malını mülkünü özelleştirme adı altında yok etmek hainlik değil.
Bu dönemin alametifarikası yalnızca özelleştirmeler de değil. Kamu-Özel İşbirliği (KÖİ) projeleriyle devletin kasası, yıllar boyu sürecek yükümlülüklerle bağlandı, bağlanıyor. Sayılar yine çok şey söylüyor:
Zafer Havalimanı: Yıllık 1 milyon 317 bin yolcu garantisi verilmiş. Gerçekleşen sayı 35 bin. Hata oranı: %97. Toplamda ödenecek tutar: 208 milyon avro.
Kuzey Marmara Otoyolu: 1 milyar 338 milyon araç geçiş garantisi. Türkiye’deki tüm otomobiller yılda 87 kez geçse yine yetmiyor.
Osmangazi Köprüsü: Yapım maliyeti 1.5 milyar dolar. Ödenecek toplam garanti 15 milyar dolar. 2025 itibarıyla araç başı 55 dolar artı KDV garanti var. Vatandaş 795 TL ödüyor, aradaki farkı Hazine, yani siz, biz, hepimiz ödüyoruz. Yani garanti edilen geçiş sayısı tutsa dahi ödemeye devam edeceğiz. Ayrıca dolar üzerinden belirlenmiş bu tutara her yıl ABD’deki enflasyon oranı kadar bir çarpan ekleniyor.
Sözleşmeler öyle yazılmış ki, sistem daima birilerini zengin edecek şekilde çalışıyor. O birileri de hep aynı 3-5 müteahhit. Bu denklem hiç değişmiyor.
Sokağa çıkan gençler yalnızca bugünün ekonomik koşullarına itiraz etmiyor. Onlar, geçmişi ellerinden alınmış bir nesil değil sadece, gelecekleri de çalınmış bir kuşak.
Cumhuriyet tarihinde her kuşak, bir öncekinden daha iyi yaşadı. Ben babamdan iyi yaşadım, babam dedemden. Ama çocuklarımız? Ev sahibi olmayı, araba almayı geçtik, bugün öğün atlayarak yaşamaya çalışan üniversiteliler var.
Bu yüzden gençlik öfkeli. Bu yüzden meydandalar. Borç batağında bir ülke, tahrip edilmiş bir üretim yapısı, erimiş bir devlet hafızası..
Gençlerin sesini duymak gerekiyor. Çünkü bu düzen doymak bilmeden dünümüzü yedi, bugünümüzle de yetinmiyor yarınımızı da yiyor. Yapılan özelleştirmeler, verilen garantiler, harcanan trilyonlar…
Her birinin bedelini biz fazlasıyla da çocuklarımız ödüyor.
Ve en acısı, bu gençliğin buna dair en ufak bir söz hakkı bile yok. Çünkü tek adam sistemi. Çünkü her itiraz eden hain veya terörist. Tüm bunlara bir de yasakları ve baskı rejimini de ekleyin.
Miting ve gösterilerde göz altına alınan gençlerden ağır işkence iddiaları var. Yetkililer bu iddiaların üzerine ciddiyetle gitmeli. Ve haksız yere tutuklanan gençleri derhal serbest bırakın.
Tarihin soracağı o soruya hepimiz cevap vermek zorundayız; "Bu ülkeye ne bıraktınız?"
Eğer bugünkü gibi kalırsa cevabı kimse duymak istemeyecek.