Deprem öldürmez. Onu bahane edenler, kader diyenler öldürür. Sıvılaşan zeminlere gökdelen diken, fay hattı üstüne onlarca katlı site dikilmesine izin veren, kolon keseni görmezden gelen, denetim yerine rüşveti tercih eden zihniyet öldürür. Her büyük yıkımın ardından yakılan ağıtlar, bir sonraki felakete kadar kulaklarımızdan silinip giderken, sorumluluk alması gereken kişiler “doğa olayıydı, Allah’tan geliyor, kader” diyerek yırtar, bizse sevdiklerimizi yitiririz. Ne yazık ki bu ülkede beton, rant, oy, koltuk, insan canından daha değerlidir.
*
Maraş ve Hatay’da on binlerce insan göçük altında can verirken, sorulması gereken ilk soru: “Bu binalar nasıl oldu da bir anda kum gibi dağıldı?” Ama bu sorunun cevabı çok önceden biliniyordu: Çünkü o binaların temeli ihmal, duvarları yolsuzluk, çatısı cehaletle örülmüştü. Harçları hırsızlık ile, kâr marjı ile karıştırılmıştı.
*
İstanbul, 20 milyonluk bir saatli bomba. Patlamak üzere olduğunu uzmanlar söylüyor, patlasa neler olacağını herkes biliyor. 1999’un üzerinden daha çok geçmedi ama unuttuk. Hatay’da, Maraş’ta tekrar yaşadık, yine unuttuk. O kadar hızlı unutuyoruz, o kadar güzel siliyorlar ki hafızamızdan, aynısını bir daha yaşamadan hatırlamıyoruz. Şimdi İstanbul depremi bize hatırlattı bazı şeyleri; peki kaç gün sonra unutacağız? İstanbul’un göbeğinde, 1970’lerden kalma, hiçbir mühendislik hesaplaması yapılmadan dikilmiş, çürük binaların içinde yaşayanların aslında mezarları içinde yaşadıklarını ne zaman anlayacağız? Yıkımlı bir deprem olduğu zaman mı soracağız: “Bunlar neden daha önce yıkılmadı?” diye.
*
Kentsel dönüşüm dedikleri şey, çok net rant dönüşümü aslında. Yıkılan riskli binalar değil; komşuluklar, yeşil alanlar ve şehir kültürü… Eski binayı yıkalım derken, onun yerine 15 katlı apartman dikelim ki daha fazla para kazanalım derdinde herkes. Toplantılarda deprem olduğunda en az zararla nasıl çıkılır hesabı değil, metrekare üzerinden kazanılacak para hesabı yaptıklarına ben eminim.
*
Ve geldik bu cinnet tablosunun en korkunç rengine: İmar affı.
Türkiye Cumhuriyeti tarihinde bugüne kadar tam 20 kez imar affı çıkarıldı. Evet, yanlış duymadınız: 20 kez! Ve her biri şu mesajı verdi insanlara: “Yasaları boş verin, kaçak yapın, sonra biz hallederiz.” Her imar affı, şehir planlamasına saplanan bir hançer, gelecekteki felaketlere atılan bir imzadır. Ama asıl ürkütücü olan, bu affın seçim malzemesi haline getirilmesidir. Oy karşılığında insan hayatı pazarlık konusu olabilir mi? Bizim ülkede oldu. İmar affı bir hukuki düzenleme değil, bir toplu cinayet teşebbüsüdür. Yıkılan binaların büyük çoğunluğu bu aflarla yasal hale getirilen binalardır. Devlet, bile bile bu binalarda yaşanmasına izin verdi. Ve bugün binlerce insanın mezar taşı hâline gelen bu yapılar, o gün “af” adı altında aklandı.
Adı “imar affı” ama sonuç af değil, mezarlık. Ben savcıların yerinde olsam, imar affında eli olan herkesi deprem sonrası “cinayetten” yargılarım. O yapıların mezar olmasında en büyük parmak onların.
*
İnşaat firması bir mühendisin imzasını alıyor mu? Alıyor. Peki bu mühendis gidip gerçekten o binayı kontrol ediyor mu? Cevap: Hayır. Çünkü denetim kâğıt üzerinde. Çünkü sistem, imzayı satın almaya izin veriyor. Malzeme çalınıyor, denetim yapılmıyor, raporlar şişiriliyor ama sonunda her şey yasal görünüyor. Hukuk kılıfı altında bir cinayet işleniyor. Yıkılan binaların hepsi “usule uygun” yapılmıştı, değil mi? Usul buysa, cinayet prosedürü de tamamlanmış demektir.
*
Deprem sonrası toplanma alanları nerede? Beton ormanlarının arasında kalmış üç beş park mı? Onlar da AVM’ye, otoparka çevrilmedi mi zaten? Maraş ve Hatay’daki manzarayı gördük: İnsanlar, sevdiklerinin cesetlerini çıkaracak bir kürek bulamadı. İstanbul’da da aynı şey yaşanırsa, binlerce kişi apartman enkazları arasında kalacak ama sığınacak bir alan bulamayacak. Çünkü yeşil alan değil, AVM kazandırıyor. Çünkü yaşam değil, tüketim kutsal bu düzende. Deprem sonrası toplanılacak yerimiz yok; ancak kapitalizme şükürler olsun alışveriş yapacak AVM’lerimiz var onlar da ayakta kalırsa!
Hatay yerle bir oldu. Maraş haritadan silindi. Peki bu acıdan sonra ne değişti? İstanbul’da, İzmir’de, Ankara’da ne yapıldı? Ben söyleyeyim: “Hiçbir şey.” Herkes birbirine sorumluluğu attı. Belediyeler devleti suçladı, devlet belediyeleri. Bakanlar açıklama yaptı, sonra unuttu. Sözler verildi, sonra tutulmadı. Ölü sayısı haber olmaktan çıkınca, dosya kapandı. Sadece ölenlerin değil, yaşayanların da hesabı verilmiyor bu ülkede. Çünkü “unutmak” bizde kurumsal hafıza.
*
Bir ülke düşünün, her büyük felaketten sonra aynı cümleyle kendini teselli eder:
“Deprem değil, ihmal öldürür.”
Ama bu cümle zamanla bir slogan değil, bir alışkanlık hâline gelir. Çünkü bizde felaketler doğal, sorumlular ise görünmezdir.
Eğer yine unutursak, eğer bu kez de hesap sormazsak, eğer aynı çürük binalarda, aynı kağıt üzerindeki denetimlerde yaşamaya devam edersek…
Sıradaki felakette ölen sadece insanlar değil, son umudumuz olacak.