Türkiye’de yaya geçidi, sadece varmış gibi yapılan bir yalandır. Kağıt üzerinde her şey eksiksizdir: Kanunlar yazılmış, tabelalar dikilmiş, sarı ve beyaz çizgiler itinayla asfaltın üstüne serpilmiş. Ama hepsi birer dekor. Gerçekte, yaya geçidi bu ülkede sadece boyalı bir ilüzyondur; ne anlamı vardır, ne işlevi, ne de saygısı. Yaya için geçit değil, pusudur. Sürücü için yavaşlayacağı değil, sinirini bastıracağı bir yerdir. Bu ülke, sistemin çöktüğü, kuralların görmezden gelindiği, insan hayatının sıradan bir istatistikten ibaret olduğu yerdir.
Kanun açık ve net: Yaya geçidinde bir yaya varsa, sürücü durmak zorundadır. Ama Türkiye’de durana deli denir. Çünkü bu topraklarda kural tanımak, kendini tehlikeye atmaktır. Durursan arkandan gelen yapışır tamponuna. Yol verince selektör yer, kornayla azar işitirsin: “Çekil önümüzden, artistlik yapma!” Sürücüler için yaya geçidi, bir sınav değil, bir meydan okumadır. O sarı ve beyaz çizgilere bastığın anda, hakkını değil, haddini aşmış sayılırsın. Ve bu ülkede haddini bilmeyen, ezilir. Hem mecazda hem gerçek anlamda.
Her yıl yaklaşık 7.000 insan trafik kazalarında hayatını kaybediyor. Her beş kişiden biri yaya. Yani yalnızca karşıdan karşıya geçmek isterken, hayattan koparılan, koruyamayan devletin, umursamayan toplumun, çalışmayan sistemin kurbanı olan insanlar. Onlar, sarı ve beyaz çizgilerin üstünde, canlarını devlete emanet eden ama karşılığında hiçe sayılanlardır. Çünkü burada bir can, bir metal yığını kadar kıymetli değildir. Araban yoksa, hakkın da yoktur. Motorun sesi seninkinden daha güçlü değilse, seni duyan da olmaz.
Sürücü eğitimi sadece bir kağıdı doldurmaktan ibaret. Ceza sistemi ise korkutmaz, güldürür. Denetim? Nadiren. Polis çoğu zaman görünmez, görse de görmezden gelir. Belediyeler geçit çizer ama sonra unutur. Üç hafta sonra çizgiler silinir, üç yıl boyunca kimse yeniden çizmez. Şikayet edersin, alacağın cevap: “Bütçe yok.” Hayat kurtaran çizgi için bütçe yok ama akıllı çöp kutusuna, taşlara çiçek deseni vermeye para var. Çünkü bu ülkede gerçeğe değil, süse yatırım yapılır. İnsan değil, vitrin önemlidir.
Avrupa’da, medeni bir ülkede, yaya geçidine adım attığında trafik donar. Çünkü orada sistem işler. Çünkü bir insanın hayatı, bir arabanın hızından daha değerlidir. Türkiye’de ise tehlike yaya geçidinde başlar. Sürücü seni gördüyse işler daha da karışır. Çünkü artık bilerek çarparsa “görmemiştim” bahanesi de kalmaz. Göz göze gelmek, dünyada “önce sen geç” demektir. Burada ise “çekil önümden” tehdididir. Gözlerinin içine baka baka seni hiçe sayar. Hem suçlu, hem güçlü bir ülkenin yollarında hayatta kalmaya çalışırsın.
Yaya geçidi bu ülkenin ruhunun röntgenidir. Saygısızlığın norm olduğu, tahammülsüzlüğün karakter sayıldığı, kuralın korkuya, hakkın zorbalığa kurban edildiği bir düzenin açık simgesidir. Bu yüzden yaya geçidi sadece bir trafik işareti değil, aynı zamanda bu toplumun vicdanının eriyen izidir. O sarı ve beyaz çizgiler her gün ezilir. Altından değil, üstünden geçen arabalar değil; insanlığın son kırıntılarıdır. Sarıya boyanmış, beyaza bürünmüş ama griliğe gömülmüş bir utançtır o çizgiler.
Ve her bir yaya geçidi, Türkiye’de adaletin, sistemin ve insan hayatının nasıl yerle bir edildiğinin sessiz ama gözle görülen kanıtıdır. Bu ülkede yaya geçidinde ölmek kader değil, sadece soğuk bir istatistiktir. Ve o istatistik, ertesi gün unutulmak üzere bir köşeye not düşülür.