Siz hiç KPSS’den 90 alıp da mülakatta elenen bir üniversite mezununun yerine, Türkçeyi tercümanla konuşacak kıvamda diksiyonu bozuk, anayasanın ilk üç maddesini hayatında ilk kez duyan, İstiklal Marşı’nı “şey... hani şu... neydi o?” diye başlayan birinin memur yapıldığını gördünüz mü?

Biz çok gördük.

Artık görmeyi geçtik, mecburen izliyoruz. Üstelik her yıl yeni sezon, yeni oyuncular ama aynı senaryo: Başarılı elenir, "bizim çocuk" geçer. Adeta bir devlet destekli reality show: “Torpil Star Türkiye.”

*

Mülakata girecek bazı gençler sabaha kadar kitap karıştırıyor, genel kültür çalışıyor, dünya gündemini takip ediyor. Diğerleri ise sabaha kadar telefon rehberini karıştırıyor: “Kimi arasam da 'hallederiz' listesine girsem? ” Kimisi not tutuyor, kimisi “dayı” kovalıyor. Kimisi kitap okurken gözaltı morartıyor, kimisi siyasetçilerin danışmanını takip ederken bildirim sesinden uykusuz kalıyor. Evet, herkes çalışıyor. Ama bazıları sınav kağıdına, bazıları sadece kulis kağıdına.

*

Bu ülkede liyakat artık bir şehir efsanesi. Eskiler “çalışan kazanır” derdi, şimdi “referansın yoksa uğraşma” diyor. Başarılı olmak değil, biat etmek işe yarıyor. Çünkü koltuklar bilgiye değil, aidiyete veriliyor. Adeta kamu kurumları değil, akraba ofisleri kurulmuş durumda. Müdür amca, memur yeğen, danışman bacanak, sekreter komşunun oğlu... Kadrolar aile yemeği listesi gibi. Tek fark: Menülerde "hakkıyla gelen" yok.

*

Şimdi biraz düşünelim: Devletin temelini oluşturan anayasanın ilk üç maddesini bilmeyen biri nasıl olur da o devlette görev alır? Basit: Çünkü bu sistemde bilgiden değil, "bildirilen kişi" olmak devlet memuru olmayı sağlar. Mülakatta “kendinizi tanıtır mısınız?” sorusuna cevap veremeyen ama komisyonla aynı partide selfie’si olan başarılıdır mesela. “Size bir klasik müzik bestecisi söyleyin” denir, “Arabesk dinlerim ben” diyen geçer o mülakattan. Çünkü esas soru sorulmayan sorudur: "Seni kim önerdi?"

*

İstiklal Marşı’nı bile karıştıran biri memur oluyor. Çünkü vatan sevgisi artık puanla değil, "kimden olduğunla" ölçülüyor. Bayrak için gözleri dolan değil, “o bayrağın gölgesinde kiminle oturduğun” değerlendiriliyor.

*

Mülakatlar artık bilgi sınavı değil, sadakat töreni. Üç dakika içinde bir insanın karakteri, kültürü, liyakati değil, hangi partiden geldiği ölçülüyor. Mülakata giren aday yerine, “rica telefonu” dinleniyor.

Ve sonra devlet yetkilileri çıkıp, “Gençler yurtdışına kaçıyor, neden?” diye soruyor. Çünkü bu gençler, 90 sorunun 88’ini doğru cevaplayıp, mülakatta elenmenin ne demek olduğunu biliyor. Çünkü bu gençler, hak edenin değil, hak yiyenin ödüllendirildiği bir düzende nefes almanın nasıl zorlaştığını görüyor. Çünkü bu gençler, sabır taşına dönüştü; ama her taş gibi bir gün kırılacaklarını da biliyorlar.
*
Şu sıralar öğretmen atamaları gündemde… Bir taraf mülakat stresinde, kitaplarını açıp “Bu sene kesin olacak” diye dua ederek çalışmaya başlamış. Diğer taraf ise “Dayıma şükürler olsun” deyip, maaşını hayal ederek ilk zili beklemeye geçmiş. Çünkü bu ülkede mülakat sistemi, gençlere “başarının değil, bağlantının geçerli olduğu” mesajını veriyor. Ve bu mesaj, sadece bireyleri değil, bir ülkenin geleceğini de çürütüyor. Çünkü bilgiyle değil, ilişkiyle yönetilen bir devlet, adaletin değil, ayrıcalığın düzenidir.