Türkiye’de son yıllarda yargı sistemi üzerinden yürütülen af düzenlemeleri, adaletin terazisinde derin bir sapmaya neden oldu. Özellikle pandemi döneminde “infaz düzenlemesi” adı altında çıkarılan yasal değişikliklerle binlerce hükümlü cezaevinden salıverildi. Ama ne pahasına? Suç oranlarındaki artış, sokakta dolaşan suçlular ve bozulmuş kamu güveni…
Günümüzde yine bir infaz düzenlemesi, kulislerde ve ulusal basında yavaştan konuşulmaya başlanan Af...
*
Affın Arkasında Yatan Gerçek: Cezaevi Yetersizliği mi, Siyasal Strateji mi?
2020 yılında yürürlüğe giren infaz yasasıyla birlikte yaklaşık 90 bin mahkûm cezaevlerinden tahliye edildi. Resmî açıklamalarda bu adım, “cezaevlerinin doluluğu ve pandemide sağlık riski” ile gerekçelendirildi. Ancak affın kapsamına girenler arasında; hırsızlar, uyuşturucu satıcıları, cinsel suç failleri gibi ağır adli suçlular da vardı.
Bu afların ardından suç oranlarında yaşanan artış göz ardı edilemez. Adalet Bakanlığı ve İçişleri Bakanlığı verileri, son yıllarda tekrar suç işleyerek yeniden cezaevine dönenlerin oranının oldukça yüksek olduğunu ortaya koyuyor. 2024’te cezaevlerine yeniden giren hükümlülerin %60’ından fazlası, geçmişte şartlı tahliye ya da afla serbest kalan kişilerden oluştu.
*
Sokaklarda Güvende miyiz?
Güvenlik güçlerinin açıkladığı raporlar ve medya yansımaları, özellikle büyükşehirlerde hırsızlık, kapkaç, uyuşturucu satışı ve kadına yönelik şiddet vakalarının artış gösterdiğini ortaya koyuyor. Artık insanlar sabah işe giderken veya gece evine dönerken daha tedirgin. Çünkü hukukun caydırıcılığı zayıfladı, suçlular cezasız kalmanın verdiği cesaretle yeniden suç işliyor. Üstelik cezaevleri hâlâ dolup taşıyor. Son açıklanan resmi verilerine göre Türkiye’de 403 cezaevinde toplam 340 bini aşkın tutuklu ve hükümlü bulunuyor. Aflar suçları azaltmak bir yana, adaletin işleyişini sekteye uğratarak sistemi içinden çökertiyor.
*
Ekonomi ve Psikoloji: Suçun Gizli Tetikleyicileri
Bir diğer göz ardı edilen gerçekse ekonomik krizle birlikte bozulan toplumsal psikoloji. Alım gücü düşen, temel ihtiyaçlarını karşılamakta zorlanan bireyler için suç, bazı durumlarda bir "çıkış yolu" gibi görülmeye başlandı. 2023-2025 arası dönemde gıda hırsızlıklarında ve küçük esnafa yönelik yağma olaylarında ciddi bir artış yaşandı. Bunu TÜİK verileri ve yerel basın sık sık gündeme taşıyor. İşsizlik, gelir eşitsizliği ve sosyal yardımların yetersizliği, suça meyilli bireylerin sayısını artırırken; cezasızlık algısı, bu eğilimi toplumsal bir krize dönüştürüyor.
*
Cezaevi Sisteminde Sessiz Bir Kriz: Liyakatsizlik ve Eğitim Eksikliği
Toplumu tehdit eden bir başka görünmeyen ama derin sorun ise ceza infaz kurumlarının yapısal eksiklikleri. Suçluların ıslah edilip topluma kazandırılması, modern hukuk devletlerinde cezaevlerinin temel işlevlerinden biridir. Ancak Türkiye'deki ceza infaz sisteminde bu amaca hizmet etmek bir yana, birçok durumda yalnızca “dış dünyadan bağımsız bir bekletme alanı” işlevi görülmektedir.
En başta, infaz ve koruma memurlarının atama süreçlerinde liyakat yerine sadakat ve torpil odaklı tercihler yapılması, bu alandaki profesyonelliği zayıflatmaktadır. Cezaevi gibi kriz yönetiminin, empati ve disiplinin iç içe geçtiği bir ortamda, görevli personelin yalnızca "itaatkâr" olması değil, eğitimli, sosyolojik ve psikolojik donanıma sahip olması gerekmektedir.
Ne yazık ki, birçok infaz ve koruma memuru suçlu psikolojisine dair temel eğitimi bile almadan göreve başlıyor. Bu durum, yalnızca mahkûmların cezaevi içindeki haklarının korunmamasıyla kalmıyor; aynı zamanda onları rehabilite etme, topluma kazandırma görevini de büyük ölçüde işlevsiz hale getiriyor. Mahkûma bağırmak, aşağılama ve psikolojik baskı ile disiplin sağlama yöntemi, çağdaş infaz sistemlerinde çoktan terk edilmişken, biz hala bu refleksleri normalleştiriyoruz.
Üstelik, cezaevlerinde psikolog, sosyal hizmet uzmanı, rehabilitasyon eğitmeni gibi meslek gruplarının sayısı hem yetersiz hem de istikrarsız. Bu da cezaevlerinin bir “iyileştirme alanı” olmaktan çok, yalnızca cezalandırma merkezi haline gelmesine yol açıyor.
Bir yandan sürekli infaz yasası değişiyor kısmi aflar çıkıyor ve suçluları erkenden serbest bırakıyoruz, diğer yandan içeride kalanları da doğru şekilde ıslah edemiyoruz, bu durumlarda maalesef sistemin topluma yeniden suç üretmesinden başka bir sonucu çıkmıyor.
*
Son Söz: Affın Ardındaki Sessizlik, Toplumun Çığlığıdır
Devletin görevi yalnızca cezalandırmak değil; adaleti, hakkaniyeti ve toplumsal huzuru tesis etmektir. Ancak son yıllarda af ve infaz düzenlemeleri, bu asli görevin içini boşaltmakta ve hukuku siyasi manevralara indirgemektedir.
Bugün tahliye edilen her suçlu, sadece geçmiş bir suçu değil, gelecekte işlenecek olası suçları da toplumun sırtına bir kambur gibi yüklemektedir. Çünkü cezalandırılmayan suç, bir mesajdır: "Yaparsan yanına kalabilir."
Adalet sisteminin amacı, sadece intikam değil; caydırıcılık, ıslah ve güvenliktir. Ancak ne içeride doğru dürüst bir ıslah var, ne dışarıda caydırıcı bir ceza. Halkın adalete olan inancı sarsılmış, suçla mücadele yerini alışmaya, kanıksamaya bırakmıştır.
*
Unutulmamalıdır:
Bir toplumun vicdanı adaletle, adaleti ise kararlılıkla korunur.
Cezasızlık sadece suçluyu değil; susan devleti, seyreden toplumu ve umudunu kaybeden bireyi de yaralar.