Yakınlarımızla çekildiğimiz bir selfinin son selfie olduğunu nereden bilebiliriz ki?
Ya da şöyle sorayım. Selamlaştığımız bir arkadaşımızla son selamlaşmamız olduğunu, çay içtiğimiz bir dostumuzla içtiğimiz son çayımız olduğunu bilebilir miyiz?
Ölümün belli bir saati yok. Aslında var da bize malum değil.
2010 yılında Merkezefendi Devlet Hastanesinde çalışmaya başladığım yıllarda tanıdım Murat (Eker) Abi’yi. Ufak tefek, kara kuru bir adam. Herkesle şakalaşan bir adam. Hastanede tanımadığı, görüşmediği insan yok. Çocukla çocuk, büyükle büyük olan birisi.
Düzenli, disiplinli, titiz birisi. Vazifesi olmamasına rağmen biz hastaneye gelmeden çayları demleyip hazır eden birisi.
Çocukları için gece gündüz çalışan, onlar uğruna hayatını heba eden bir baba.
Kızını büyüttü, okuttu, bu yıl doktor olacak. Bir gün dedi ki bana, “Kızım doktor olup bizim hastanede göreve başlayacak. O zaman sen yapacaksın haberimizi. Baba kız aynı hastanede çalışıyor yazacaksın.”
Murat abi bu muradına eremedi. Ömrü buna vefa etmedi. Bana da onun ölüm haberini yapmak düştü.
Köşe yazılarım yayınlandığı zaman ilk o okur, yanıma gelerek, “Senin yazıları bu hastanede sadece ben okuyorum, bak arkadaşlarına sor okumuşlar mı?” diye latife yapardı. Fotoğrafta ödül aldığımda ilk tebrik eden o olurdu.
En son görüşmelerimizin birinde, “İsmail, artık borçlarımı bitirdim. Bundan sonra gezip tozacağım, hayatımı yaşayacağım” demişti. Ömrü buna da vefa etmedi. Hani derler ya, “Siz plan yaparken kader gülermiş” diye. Son nefesimizi, ne zaman nerede öleceğimizi bilemeyiz. Necip Fazıl diyor ya şiirinde:
Büyük randevu; bilsem nerede, saat kaçta.
Tabutumun tahtası bilsem hangi ağaçta.
Bizler de bilemiyoruz tabutumuzun tahtasının hangi ağaçta olduğunu. Belki de ağaçta da değil, hazır bizi bekliyor.
Murat abinin tabutuna sarılı bezde şu ayet yazıyordu: “Ecelleri geldiğinde ne bir saat geriye bırakabilirler ve ne de öne alabilirler.” Hepimi vakti zamanı geldiğinde göçeceğiz dünyadan.
Murat abiyi mezara gömdük. Üstüne iki kürek toprak attık. Fatihalarla uğurlayıp ayrıldık mezardan. Hayat kaldığı yerden devam ediyor. Ama bir eksiklik var işte. Odamızın kapısını açıp selam veren bir yüz eksik. Bir gülüş eksik. Bizlerle şakalaşan bir adam eksik. “Benim motara binip Gördes’e gideceğiz. Kalın kaşlı kadının (annemden bahsediyor) kahvesini içip geri geleceğiz” diyen bir ses eksik.
53 yaşında vefat etti. Murat abinin sesinde söylenmemiş sözler vardı. Murat abinin yüzünde yaşanmamış yıllar vardı. Murat abinin gülüşünde bile bir hüzün vardı. Söylenmemiş sözlerle, yaşanmamış yıllarla göçtü bu dünyadan. Bu dünyadan bir Murat Eker geçti. Bu dünyadan bir Murat Eker göçtü.
O dokunaklı sözleri çok severdi. Güzel bir söz görse gelip bana gösterir, “Yaa adam ne güzel söylemiş?” derdi. Ben de dokunaklı bir sözle yazımı bitireyim madem. Bana şimdilerde, “Üzülme, ölenle ölünmüyor” diyorlar. Ölenle ölünmüyor da, kalanlarla da yaşanmıyor ki…
Ruhu şad olsun.
İsmail Aybey