Uzun zamandır görmediğim, çocukluğundan beri tanıdığım, ancak son gördüğümde kendisinde inanılmaz bir kişilik gelişmesi farkettiğim hanımın müthiş değişim hikayesi...

Emel, çocukluğundan beri doyumsuz, hırçın, hoş görüsüz, kıskanç mizaçlı biriydi.
Ne ailesini, ne okulunu, ne çevresini; hiç bir şeyi, hiç kimseyi beğenmiyordu.
İlk gençlik yılları oldukça sorunlu geçmişti, bitmeyen tenkitleri, bencilliği ailesine kök söktürmüştü.
Uzun yıllar kendisini görmedim, yıllar sonra karşılaşınca gerçekten çok şaşırdım...

Emel evlenince İzmir' e yerleşmişti.
Manisa'ya geldiğinde beni aradı, görüşmek istediğini söyledi. Doğrusu ben de onu görmek istiyordum.
Özünde iyi, huyunda bencil Emel'i yıllar sonra görmek beni sevindirecekti.
Karşılaştığımız zaman Emel öyle samimi davrandı ki...
Yıllar sonra onun bu sıcak candan davranışı hoşuma gitti.
Bir anda koyu bir sohbetin içine daldık, eski günler, eski hatıralar havada uçuşuyordu.
İşin ilginci Emel'in tavrıydı.
Öyle hoşgörülü, öyle iyimserdi ki, tanımasam başka biriyle konuşuyorum sanırdım.
Dayanamadım, "Emel'cim sen ne kadar değişmişsin. Adeta mutasyona uğramışsın ama iyi yönde... Ne oldu bir kaza falan mı geçirdin?" diye takıldım.

Emel derin bir iç çekti, sonra anlattı:

"Daha önceleri ne kadar zor biri olduğumu biliyorsun. Hiçbir şeyden hoşnut olmayan biriydim...
Eşim iş için sık sık şehir dışına çıktığı, çocuklarım da küçük olduğu için, yalnız kalmayayım diye annem yanına geliyordu.
Emel aynı bildiğin, şikâyetçi Emel'di.
Anneme de 'Yok o neden öyle oldu , yok bu niye böyle oldu ?' diye hayatı zehir ediyordum.
Yine eşimin şehir dışına çıktığı bir hafta , kardeşim hasta olduğu için annem gelemedi. Yalnız kalmayayım diye babam geldi.
O gün üst üste birçok aksilikler oldu. Önce su borusu patladı, tam o arıza tamir edildi , cereyanlar kesildi. Hava soğuktu, evde elektrik sobasından başka ısınacak bir şey yoktu. Ben öfkeden çıldırmıştım.
Çocuklar korkudan bir köşeye sinmiş, benim gazabımdan korunmaya çalışıyorlardı.
Ben bir yandan mum ararken , bir yandan sinirle söyleniyordum.
Şikâyetim, öfkem, sinirim tavan yapmıştı.
Babam sessizce, inanmayan gözlerle beni izliyordu.
Ben ise incir çekirdeğini doldurmayacak şeylere bağırıp duruyordum.
Sonunda babam sakin bir tavırla, 'Emel biraz yavaş konuş kızım... Bak çocuklar nasıl korktu... Sakin ol kızım. Ortada sinirlenecek bir şey yok... Bu aksilikler hep olur, bunlar hiç önemli değil. Biraz rahat ol.' dedi.

Ama ben yine şikayete başlayınca, babam torunlarını yanına aldı, bana da 'Otur karşıma!' diye sert bir sesle adeta emretti.
Sonra, 'Bak kızım, sen dört oğlandan sonra dünyaya geldin diye ,annen seni yere göğe sığdıramadı. Yokluk nedir, olmaz nedir bilmedin. Annen kelimenin tam anlamıyla seni aşırı şımarttı. Sen de doyumsuz, bencil, hırçın biri oldun çıktın. Annen gibi çalı çırpıyla ocak yakıp, elde çamaşır yıkamadın.
Büyük kazanda su ısıtıp banyodaki oturağa sıcak su dökmedin. Su sıcak, soğuk diye şikayet edince kafana tası yemedin. Annen kömür sobasının külünü nasıl temizledi, bir kez olsun dönüp bakmadın. Annen yaz kış bulaşıkları elinde nasıl yıkıyor diye merak etmedin.
Evdeyken ütü, temizlik nedir bilmedin. Evlendin hala temizliğine annen yardım ediyor. Çocuklara annen bakıyor. Her işe annen koşuyor. Sen de sahip olduğun nimetlere şükür etmek yerine, sürekli şikayet ediyorsun. Kızım senin derdin ne ? Allah'tan cezanı mı istiyorsun?
Bir düşün; küçükken araba kazası geçirmiştin. Günlerce hastanede yattın. O kazada sakat kalabilir , hatta ölebilirdin. Şükürler olsun ki Allah seni bize bağışladı. Eğer tekerlekli sandalyeye mahkum olsaydın, ya da sağır-dilsiz olsaydın, veya gözlerin görmüyor olsaydı... Ya da çocukların engelli olsaydı...
Şimdi bu bağırıp çağırdığın şeyleri görür müydün?

Basit şeyler için hayatı hem kendine , hem çevrene zehreder miydin?
Biraz silkin kendine gel.
Belki de kocan senin bu dırdırın yüzünden, hep şehir dışına giderek ,senden kaçıyor.
Artık kendine gel, böyle ottan, çöpten şeyleri sorun etme.' dedi.

Tam babama itiraz edecektim ki, iki buçuk yaşındaki oğlum babamın yanından ayrılıp, tekli koltuğa çıkıp, arkası bize dönük bir şekilde koltuğun kenarında ayağa kalktı.

Ben öfkeyle, 'Düşeceksin! İn oradan!' diye bağırmaya kalmadan oğlum irkilerek sırt üstü yere düştü. Düşerken başı sert bir sekilde yere çarptı. Ben telaşla 'Oğlum!' diye feryat ederek çocuğumu kucakladım.. Yavrum gözleri kapalı, külçe gibiydi... Nefes almıyordu... Ben deli gibi feryat ediyordum...

Babam oğlumu kucağımdan aldı, bir yandan sakin olmamı söylerken bir yandan oğlumun sırtına masaj yaparak, göğsüne hafifçe bastırdı. Oğlum derin bir nefes alarak , gözlerini açtı...

Su verdik çocuğum normale döndü. Yarım dakika gibi kısa sürede yaşadığım bu sınav hayatın gerçeklerini tokat gibi suratıma çarpmıştı. Oğlumu doktora götürdük, korkulacak bir şey yokmuş, düşme nedeniyle kısa bir nefes kesilmesi yaşamıştı. Ama ben hayatımın en acı tecrübesini yaşamış, en büyük dersini almıştım.
O akşam kesilmesine öfkelendiğim elektiriğin geldiğini bile fark etmemiştim.
O an Yaradan'ın muhteşem nimetlerini, sabrını, sınavını ve bizlere sonsuz merhametini anlamıştım. Ne kadar nankörlük ettiğimi de...
Şükürler olsun ki aklım başıma geldi.
Yani yirmi üç yıl önce yaşadığım o olay hayatımı iyi yönde değiştirdi.
Şükürler olsun..."


Söyleyecek söz kalmamıştı. Sadece "Çok şükür" diyebildim...
Allah'ın verdiklerine de vermediklerine de şükür etmek ne güzel...
Allah bizleri şükür etmeyi bilenlerden, o hazzı tadanlardan etsin...