AÇIN HALİNDEN ANLAYAN TOKUN HİKAYESİ  Ramazan ayı sıcak ve uzun günlere denk geliyordu.  Büyüklerimize özenip oruç tutmak isterdik. Yarım gün… Öğlen dayanamayıp bozardık sözde orucu.  Çocuktuk tabi… Akşam iftar sonrası rahmetli babamın peşine takılıp ter

AÇIN HALİNDEN ANLAYAN TOKUN HİKAYESİ 

Ramazan ayı sıcak ve uzun günlere denk geliyordu.  Büyüklerimize özenip oruç tutmak isterdik. Yarım gün… Öğlen dayanamayıp bozardık sözde orucu.  Çocuktuk tabi… Akşam iftar sonrası rahmetli babamın peşine takılıp teravih namazına giderdim. Çoğumuz yaşamıştır. Onlar namaz kılarken ben onları izlerdim. Bazen hareketleri taklit ederdim. Çocuktuk… Oynamak, her şeyden bir oyun çıkarmak, güzel vakit geçirmek tek amaçtı. Camide bile... 
Tek derdimiz oyundu. Hayatı oyun sanıyorduk çünkü. O zaman bilgisayarımız, İpad’imiz yoktu.  Plastik bir top neyimize yetmiyor? Pinokyo bisikleti olan çok az şanslı çocuk vardı.    
Tokluk anlayışımız bile oyundu. Bir parça ekmek, bir domates… Bazen de salçalı ekmek. Çocukluğun en güzel tarafı buydu sanırım. Dert yok, tasa yok, sorumluluk yok. 
Doymayı biliyorduk.  
Büyüdükçe çeşitlendi istekler… 
Şimdi soframızda yok yok! Çocukken salçalı ekmekle doyan biz hangisini yiyeceğimi şaşırmış bir vaziyetteyiz her yemekte, her iftarda…  Ne kadar da yavanız değil mi? Tok iken açlığı düşünmüyoruz, aç iken aklımızdan çıkaramıyoruz tokluğu! Büyümenin en kahreden tarafı da bu olmalı! 
Çocukken büyümeyi isterdik. Büyüdük… Şimdi çocukluğu özlüyoruz. Bizi çocukluğumuza geri döndürmek isteyen bu doymak bilmeyen tarafımızdır belki de. Çocuk gibi yaşarsak mutlu olacağımızı biliyoruz. Oysa açız ve ne yapsak olmuyor. Midemiz doysa ne yazar gözümüz hep aç! 
Tatmin duygumuz yok olmuş. Hiç ölmeyecekmiş gibi yaşıyoruz… 
Belki de içimizdeki çocuğu kaybettiren ve sonra da deli gibi aratan budur! Hiç ölmeyeceğiz duygusu… Doymayı, gözüyle gönlüyle, kara toprağa gerek kalmadan doyabilmeyi öğrendiğimiz, bunu farkettiğimiz gün, an, çocukluk başlar.  Haliyle oyun da… 
Belki o zaman daha mutlu oluruz…

DERS VERDİ BİZE... 

Mahallenin bakkalı genelde nakliye işleriyle uğraştığı için dışarıda olurdu. Bakkala oğlu Erhan bakardı.  Ben yaşlardaydı, 12-13… Mahallemizin karşısında yatılı okul vardı. Okuyan öğrenciler tüm alış verişlerini mahallemizin bakkalından yapardı. Bir gün öğrencilerden biri bakkaldan hızla çıktı, ardından Erhan. Çocuk koşmaya başladı, Erhan da… Biz de arkalarından… Bir süre sonra çocuk pes etti, Erhan’a teslim oldu. Çocuk elindeki bir paket bisküviyi Erhan’a uzatmış başı öndeydi. Hiçbir şey diyemiyordu, çok mahcuptu. Bisküviyi çalmak istemiş ama kendi yaşıtı olan bakkala yakalanmıştı. Hepimiz Erhan’ın ne yapacağını merakla bekliyorduk. Çok sinirli ve nefes nefeseydi. Çocuğu dövüp okul müdürlüğüne teslim edecekti ya da polise… Hırsızlık yapmıştı ne de olsa!
Erhan ne yaptı biliyor musunuz? 
Çocuğun yaşarmak üzere olan gözlerine yaklaşıp “Bak” dedi; “Canın ne zaman bisküvi yemek isterse gel benden iste. Ama sakın çalma. Anlaştık mı?” Çocuk ağlamaya başladı. Erhan az önce çocuğun elinden aldığı bisküviyi tekrar çocuğa uzattı. “Bu senin, hadi ağlama, git okuluna…”  
Şoktaydık, sadece çocuğa değil hepimize ders vermişti… 
Hırsız ama ya gerçekten aç ise…  
Şimdi Erhan memleketin en büyük esnaflarından.  
Halden anladığı içindir belki de… Hırsızın bile!