Dimyad’a pirince giderken evdeki bulgurdan olmak! Hayatın içinden hayata dair bir deyimdir bu… Dimyad’a pirince giderken evdeki bulgurdan olmak!  Güzel de bir hikayesi var. Dimyat Mısır’da Süveyş Kanalı ağzında ve Portsait yakınlarında bir iskelenin adı.

Dimyad’a pirince giderken evdeki bulgurdan olmak!

Hayatın içinden hayata dair bir deyimdir bu… Dimyad’a pirince giderken evdeki bulgurdan olmak!  Güzel de bir hikayesi var. Dimyat Mısır’da Süveyş Kanalı ağzında ve Portsait yakınlarında bir iskelenin adı. Eskiden Mısır’ın meşhur pirinçleri ince hasırdan örülmüş torbalar içinde buradan Türkiye’ye getirilirmiş. Bu bölgeye Türk tüccarlar pirinç almaya gidermiş.  Karamanlı bir Türk tüccar Dimyad’a gitmek üzere gemiye binmiş. Ancak gemi Akdeniz’de Arap korsanları tarafından soyulmuş ve adamcağız kemerindeki bütün altınları korsanlara kaptırmış. 
Türkiye’ye dönen pirinç tüccarı o yıl iflas etmiş. İstanbul’dan kalkmış memleketi olan Karaman’a gitmiş. O sene tarlasından kalkan buğdayları da bulgur tüccarlarına sattığından kendi ev halkı kışın bulgursuz kalmışlar. Böylece bizim tüccar Dimyad’a pirince giderken evdeki bulgurdan olmuş…
O günden sonra benzer durumları yaşayan insanlar için bu söz söylenegelmiş. Ben de kendi kendime dün bu sözü ister istemez mırıldanıp durdum. Hatırlarsanız geçen ay “Aziz Yıldırım gitsin Fenerbahçe gelsin”  başlıklı bir yazı yazmıştım. Bu bir dilekti… Kendi çapımda, kendi dünyamda bir dilek dilemiş ve sizlerle paylaşmıştım. Şimdi evdeki bulgurdan da olduk! Aziz Yıldırım yerinde duruyor, Aykut Kocaman da… Alex gitti. Gönderdiler… Hem de ne gönderiş? Kasımpaşa maçının ardından fatura ona kesilmiş. Allah’tan maçı izledim. Maç boyunca Fenerbahçe’nin tek şutu var kaleye onu da Alex çekti. Yani Fenerbahçe iyi oynadı da Alex mi kötüyüydü?
Geçen sene de böyleydi, evvelki sene de… Avrupa maçlarından da böyleydi. 
O zaman neden Alex?
Cevap çok net;
Azizi Yıldırım!
Detayları yazmak tekrar olacak. Zaten yazmıştım.  Kafama takılan Alex’in gönderiliş şekli. Dünyaya rezil olduk. Brezilya basını şaşkın! Adamlar başlık atmış;
“Önce heykelini yaptılar sonra kovdular!”
Belli ki Türkleri anlamakta güçlük çekiyorlar.
Başkanımız “3 yıl daha buradayım” diyor ısrarla! Bunu söylerken sanırım Türkiye’deki temyiz sürecinin uzun sürecek olmasına güveniyor! Çünkü hakkında verilen karar onanırsa Yıldırım Fenerbahçe’yi bırakmak istemese bile bırakmak zorunda kalacak. İnşallah her şey doğal gelişir ve Aziz Bey hem Fenerbahçe’yi tez zamanda bırakır hem de hapis yatmaz. Umarım bu dileğim de ters tepmez!  Ki teperse de öykümüz hazır…
Bor’un pazarı Salı günleridir. Sonbaharın yazdan kalma bir günü, erken saatlerde, kırk kilometre uzaktaki köyünden çıkan bir pazarcı Bor’un bağlarına girdiğinde, geçmiş ikindi zamanıdır. Molayı yıkılmış kerpiç duvarın içeri girdiği bir bağda verir. Eşeğini de dinlendirmek için indirdiği yüke sırtını dayayıp da pazardan alacaklarının hesabını yaparken, içi geçer ve derin bir uykuya dalar. Eşeği önündeki yiyecekleri çoktan bitirmiş, bağlı bulunduğu ağacın kabuklarını kemirmeye başlamıştır. Deri pazarı gününün ikindi zamanı başlayan uyku gece de sürdüğü gibi, Ulupazar gününün, yani Salı gününün ikindisine uzanır. Uykudan uyanan pazarcı, halinde bir değişiklik hissetmeden şehrin yolunu tutar. Tutar amma, yollarda bir başkalık var, pazara gidenlere rastlayacağı yerde, pazardan dönenleri görür. Dönen bir pazarcıya, merakla sorar; Neden Ulupazarını almadan dönüyorsunuz? Pazarcı ertesi günün Niğde pazarını kastederek; ”Geçti Bor’un pazarı, sür eşeğini Niğde 'ye…”
Hayatta hiçbir şey için geç kalmamak dileğiyle...