Şehrin Alaybey'den başlayıp, Dış Mahalle'de bittiği, Tabane'yle İstasyon arasında sınırlandığı...
Hemen hemen her mahallede tarihi bir çeşmenin, eski binaların , şirin evlerin olduğu, 60'lı 70'li yıllarda her şey ne kadar güzeldi...
Salı günü "Kadınlar matinesine film izlemeye giden kadınların, ertesi günü çay sohbetinde gözyaşları içinde, filmde kavuşamayan sevgilileri anlattığı...
İnsanların naif, zarif, duygusal, merhametli olduğu o yıllar ne kadar güzeldi...
Yine bir matinenin ertesi günü kadınlar toplanmış, seyrettikleri filmi anlatıyor; " Yazık Nuri Sesigüzel'e sevdiğine kavusamadan öldü." Diye hüzünle filmi anlatıp, gözyaşı döküyorlardı.
O yıllarda, dillerden düşmeyen "Karasevda" filminin," Aşığım ben Selma'ya, Yüzü benzer bir aya" şarkısı ve filmde karasevdalı, kavuşamayan iki gencin, öldükten sonra, mezarda ruhlarının buluşup göğe yükselmesi, filmi izleyenler için olay olmuştu...
Henüz çocuk olduğum, sinema hakkında bilgim olmadığı için, önceleri bu konuşmalardan bir şey anlamıyordum. Sonradan bizim komşuların seyrettikleri her filmi gerçek gibi algılayıp, etkilendiklerini anlamıştım.
Öyle saf, duygulu bir nesildi ki onlar; öldüğüne ağlayıp, gözyaşı döktükleri bir artistin, yeni filmini heyecanla seyretmeye gidiyor olmaları ne kadar güzeldi...
Uzun kış gecelerindeki misafirlikler, komşuluklar sohbetler, hikayeler, ne kadar güzeldi...
Çocukların okula servis olmadan arkadaşlarıyla yürüyerek, gidip gelmeleri, çevreye güven duyuyor olmak, ne kadar güzeldi...
Hele o çocuk oyunları... Saklambaçtan Körebeye , kovalanbaçtan , dokuz kiremite, çelik çomaktan, beş taşa, istoptan yakartopa , topaçtan bilyeye, kaydıraktan, ip atlamaya, o çocukluk oyunları ne kadar güzeldi...
Okul önlerinde satılan; pandis, su muhallebisi, turşu suyu, pamuk şeker, külahta çiğdem, leblebi tozu, gevrek ne kadar lezzetliydi...
Pazar sabahları radyodan yükselen türkü şarkı eşliğinde, sıcacık ekmek dilimine yağ sürüp, peynirle yemek, çay kaşıklarının sesinin, seslerimize karıştığı kalabalık sofralarda bir arada olmak ne kadar güzeldi...
Bakkala giderken komşunun istediğini de almak, komşuya yardımcı ve destek olmak ne kadar güzel, ne kadar huzur verici bir duyguydu...
O zamanlar bizler ne kadar gamsız, ne kadar mutluyduk. Ailece radyo başında toplanıp, Kadir gecesi ve diğer Kandil gecelerinde mevlit dinleyip, el açıp dualara amin demek, dua etmek ne kadar huşu verici, ne kadar güzeldi...
Ramazan ve Kurban Bayramı ne kadar anlamlıydı. Hele o Arefe günü, bayramı beklemenin bitmeyen çocuksu heyecanı...
O bayram sabahlarının insanın içine huzur veren, engin enerjisi ne kadar güzel, ne kadar güçlüydü...
Baharla birlikte başlayan Mesir Şenlikleri, Manisa'ya nasıl da güzel bir bayram havası katıyordu. Şehir adeta canlanıyor, neşeleniyor , coşuyordu...
Sergileri gezmek, lunaparka gitmek... Mesir atılacağı zaman, şehrin her tarafindan insan selinin , akın akın Sultan Camisine doğru aktığını görmek, ne kadar güzeldi...
Eylül ayında Manisa'nın Kurtulusuyla başlayan Bağbozumu festivali, İzmir Fuarına gelen sanatçıların, Manisa'da verdikleri konserler ne kadar güzeldi...
O eski günlerde, şimdiki teknolojilerin çoğu yoktu , ama gönlümüz ne kadar zengin, dostluğumuz, arkadaşlığımız, komşuluğumuz ne kadar güzeldi...
Derken zaman geçti, Manisa'nın genel görüntüsü gibi, bizlerin de duyguları, hoş görüleri, değerleri, huyları değişti ve bugünlere geldik...
Buna da şükürler olsun diyelim...