Sevgili dostum Murat Yalçın bir yazı kaleme aldı. Yazının adı “Tek Çare İdam!”. Yazının başlığını görünce önce okumadım. Herhalde ironi yapıyor diye düşündüm, sonra okurum dedim. Sonra okuyunca gördüm ki, “yaşasın idam” diye biten yazı, son yaşanan olayların da etkisiyle yazılmış ve Murat Yalçın’ın gerçek düşüncelerini yansıtıyormuş. Neden idam cezasının geri gelmesi gerektiğini anlatıyor yazar ve bu cezanın gelmesiyle “birazcık sakinleşeceğini” belirtiyor.
Elbette herkes görüşünü belirtmekte özgür ve birçok insan da idam cezasının bir çözüm olabileceğini düşünebilir. Buna itirazım yok. İtirazım yazıdaki şu cümleye:
“Toplum da bunu istiyor. Hem de koro halinde… Herkes tek çare “idam” diyor.”
Ben o korodan değilim! Bu yazıyı yazma sebebim budur.
Ben de sevgili dostum gibi ifade özgürlüğümü kullanarak tek çarenin idam olmadığını, hatta idamın çare olmadığını belirtmek istiyorum.
Kanunların duygularla yazılamayacağını bilecek kadar hukuk kitapları okuması yapmışlığım ve tarih boyunca uygulanan her türlü ölüm cezasının hiçbir toplumu ıslah etmediğini iddia edecek kadar tarih eğitimim vardır.
Şu soru üzerine herkesin düşünmesini isterim: Suçu işleyen kişi ortadan kaldırıldığında, yeryüzünden yok edildiğinde suç ortadan kalkmakta mıdır? Bugüne kadar kalkmış mıdır?
Cezanın amacı suçu azaltarak veya ortadan kaldırarak toplumu iyileştirmek midir, yoksa suç işlemeyen insanları “sakinleştirmek” mi?
Yazılarımı takip edenler genelde edebiyat ağırlıklı yazılar yazdığımı bilirler. Bugün de bunun dışına fazla çıkmayacağım ve derdimi edebiyat üzerinden anlatmaya çalışacağım.
Sevgili dostum Murat’a ve herkese, günümüzden 187 yıl önce yazılmış bir kitabı önereceğim:
“Bir İdam Mahkûmunun Son Günü”…
Victor Hugo’nun bu eserini okuduysanız dahi tekrar okunmasını öneriyorum. Zaten yaklaşık 130 sayfa civarında, bir çırpıda bitebilecek bir roman. Hugo kitabı 1829’da yazdığında henüz 27 yaşındaydı ve Fransa’da hala devrimin etkisi devam ediyor, Paris’in Grev meydanında giyotin sehpaları kuruluyor, meydana doluşan insanlar bu temaşayı kâh dans ederek, kâh derin bir sessizlik içinde izliyorlardı. Kitabı bu ortamda yazan Victor Hugo, ilk baskısında adını açıklamadan yayınladı.
Roman bir idam mahkûmunun son gününü anlatıyor. Mahkûmun adı da, işlediği suç da belirtilmiyor romanda. Herhangi bir suçtan idama mahkûm olan herhangi biri... Romanın hiçbir yerinde beylik cümlelerle idam cezasını sorgulamıyor yazar. Sadece mahkûmun yaşadıklarını anlatıyor. Üstelik bunu ilk kez uygulanan bir yöntemle yapıyor, birinci tekil şahıs kullanıyor. Roman “ben” kişisiyle yazılan ilk roman özelliğini taşıyor.
Ama benim asıl vurgulamak istediğim romanın önsözü… 1829’da çok kısa bir önsöz yazan yazar, 1832’deki yayınlanışında kitaba yaklaşık 30 sayfalık bir önsöz yazıyor. Bu önsözde hem romanla ilgili hem de ve daha çok idam cezasıyla ilgili görüşlerini aktarıyor. Fransa’da idam cezası 1981’de kaldırıldı, dolayısıyla kendi ülkesi bile bu büyük yazarı ancak 150 yıl geriden takip edebilmiştir.
Victor Hugo özetle, cezayı verip insanı yok etmek yerine, suçluları iyileştirmeyi öğütlemektedir. Yok etme gücünün Tanrı’ya özgü olduğunu vurgulamaktadır. Yazar çarpıcı bir ifadeyle devrimlerin yıkamadığı tek kaidenin idam sehpası olduğunu belirtiyor.
İdamı savunanların gerekçelerini sıralıyor ve yanıtlar üretiyor. Örneğin, amacınız suçlunun ölümüyse ömür boyu hapis yeterlidir, diyor. “Neden öldürmekte ısrar ediyorsunuz? Hapisten kaçabilir diye mi bahane ileri sürüyorsunuz? Siz de tedbirinizi alın. Eğer demir parmaklıkların sağlamlığına inanmıyorsanız, neden o zaman hayvanat bahçesi kurmaya cesaret ediyorsunuz? Gardiyanın yeterli olduğu yerde cellada gerek yoktur.”
Ya da örneğin, idam cezası örnek olsun, caydırıcı olsun düşüncesine karşı şöyle diyor;
“Hadi buyurun on altıncı yüzyıla, işkencelerin çeşitliliğini geri getirin; odun üstünde diri diri yakmayı, direğe çekme cezasını, kulakların kesilmesini, bacakları ve kolları dört tane ata bağlayarak kopartma usulünü, diri diri toprağa gömmeyi, canlı canlı kaynayan kazanın içine atma yöntemlerini geri getirin.”
Daha da pek çok şey diyor… Konu üzerinde düşünmek ve çok da çarpıcı bir roman okumak isteyenlere Victor Hugo’yu öneriyor, eğer gerçekten Murat Yalçın’ın belirttiği gibi “tek çare idam” diye bağıran bir koro varsa, o koroda olmadığımı tekrar belirtiyorum.
 
 
 
*Bir İdam Mahkûmunun Son Günü. Victor Hugo. Çeviren: Erhan Büyükakıncı. Can Yayınları