Ahmet, Samaralı yiğit bir gençti. Gözüpek, hayat dolu, civanmert, delikanlı bir Türkmen'di.
Bir gün aklını başından alan iri siyah gözlü Meral'i  görünce gönlüne bir ateş düştü ki... Öyle böyle değil bu sevgi; bu sevda, bildiğiniz  karasevdaydı...
Meral'in iri siyah ceylan gözleri, Ahmet'in aklından çıkmıyordu.  Aracılar gönderip şeyh Tahir'den kızı Meral'i istedi. Kızın da gönlü Ahmet'teydi. Meral'in babası evliliğe izin verdi. Düğün dernek hazırlıkları başladı.
O sırada Birinci Dünya Savaşı çıkınca,  Ahmet cepheye gitmek zorunda kaldı. Savaştan sonra memleketine dönünce, Meral'in ailesiyle birlikte Kerkük'ten ayrıldığını öğrendi.
Aradı, araştırdı sevdiğini buldu. Hemen düğün kuruldu. Bu kez de Kurtuluş Savaşı başlamıştı. Ahmet çok sevdiği Maral'ını da alıp savaşa katılmak için yola çıktı. Bir uçurumdan geçerken Meral'in ayağı kaydı, uçurumdan yuvarlanarak öldü.
Ahmet, Kurtuluş Savaşından sonra kırmızı şeritli madalyayla ödüllendirildi. Savaş bitmişti ama Ahmet'in yüreğindeki yangın hala devam ediyordu.

(Ahmet Bedevi - Manisa Tarzanı)
Son günlerde rüyasında sık sık Meral'ini görüyordu. Meral yanmış, yıkılmış büyük bir şehrin yüksek dağında Ahmet'i yanına çağırıyor, “Ahmet yola çık, beni bul , yanıma gel” diyordu.
Birkaç kez aynı rüyayı gören Ahmet yola çıktı. Diyar diyar gezerek, Meral'inin onu çağırdığı yeri aramaya başladı.
Hangi şehire gelse Meral rüyasına giriyor, “Çabuk gel seni bekliyorum” diye Ahmet'i çağırıyordu.
Ahmet yürüye yürüye bir şehire geldi ki ne görsün! Yüreği gibi yanmış, viran olmuş, harap olmuş bir şehir...
Rüyasında Meral'ini gördüğü şehir...
"Son durağım burası. Demek Maıral'ım beni burada bekler" diye düşündü.
Şehiri dolaştı, gördüğü manzara Ahmet'in içini parçaladı. Yunan askerleri  ne kadar gaddar, ne kadar acımasız, ne kadar haindiler. Şehre ne çok zarar vermişlerdi. Araştırınca binlerce kadın, çocuk ve yaşlının Yunanlılar tarafından hunharca katledildiğini öğrenmiş, kahrolmuştu...
“Vay ki vay! Üreğim kimi kül olmuş şeher...” diye düşündü...

(Büyük Manisa Yangını - 1922)
Ahmet aylarca yürümekten yorgun, gördüğü manzaradan son derece üzgün, Spil Dağının yamacında bir kuytuya sığınıp uyudu.
Rüyasında Meral elinde küçük bir fidanla yanına geldi, “Artık meskenin Manisa... Bu yanmış viran olmuş şehri yeşertmek için gece gündüz gayret et. Yeşeren her fidan, bizi birbirimize yaklaştıran bağ olacak... Manisa yeşerdikce senin yürek acın, gönül sızın azalacak. Ben de çok mutlu olacağım” dedi.
Meral bunları söylerken öyle tatlı gülümsüyordu ki, Ahmet içinin huzurla dolduğunu hissetti. Uyandığında aynı huzur devam ediyordu. Rüyasını hatırlayınca gülümsedi. Artık hayatı Manisa'yı ağaçlandırmakla geçecekti...
Meral'i, onu Manisa'ya bunun için  çağırmıştı.
Spil Dağı, ağaçlar, kuşlar, çiçekler; sırdaşı, arkadaşı, dert ortağı olacak; tohumlar fidana, fidanlar ağaca döndükçe Ahmet'in umudu artacaktı.
Her bir fidan toprakla buluşup, büyümeye başlayınca Ahmet'in şükürü artıyor, tefekküre dalıyordu. Artık dünya malı diye bir kaygısı yoktu...
Onun ağaçları, fidanları, ormanı vardı. Yeşerdikçe güzelleşen Manisa'sı vardı. 
Öyle çok dostu vardı ki.. Dağcılık en sevdiği spordu. Ama en sevdiği şehir Manisa , en sevdiği dağ Spil'di...
Manisalılar ona TARZAN diyorlardı.
Ahmet artık gerçek adını unutmuş, kendisini doğaya, Manisa'ya  adamıştı... 
Not: Tarzan hakkında birçok şey anlatılıyor. Tarzan'la ilgili bir deneme yazsaydım bu minval üzere devam ederdim. Bunu sadece bir efsanenin hikayesi olarak yazdığımı bilmenizi isterim.
Saygılarımla...