Farkında mısınız bilmem artık şu soruyu sormak dahi saçma geliyor; “nerede bu devlet?”. Çünkü hemen hemen hiçbir hizmette yok veya yok denecek kadar az. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesi, halkın ihtiyaçlarını karşılayan, sosyal adaleti gözeten ve kalkınmayı kamusal hizmetlerle sağlayan bir devlet modeline dayanıyordu. Bu yüzden devlet dediğimizde aklımıza, halkın derdiyle dertlenen, ihtiyacı olana el uzatan, herkese eşit hizmet götüren bir yapı gelir. Ama bu tablo epey değişti. Özal ile başlayıp Ak Parti döneminde Turgut Özal’ı dahi şaşkına çevirecek derecede zirve yapan, devletin pek çok alandan “ben çekileyim, gerisini özel sektör halleder” anlayışı hakim artık. Kamunun elindeki hastaneler, okullar, yollar, hatta fabrikalar bir bir özel şirketlere devredildi. Peki, bu işin sonu nereye varır? Gerçekten de her şeyi özel sektöre bırakmak doğru bir çözüm mü?

Kamu hizmetlerinin özel sektöre devri, genelde “verimlilik” ve “etkinlik” argümanlarıyla savunuluyor. Ancak bu söylemin gerisinde, kamu yararını ikinci plana atan bir piyasa mantığı yatıyor. Sağlık, eğitim, enerji, ulaşım gibi temel hizmetlerin ticarileştirilmesi, bu hizmetlere erişimi kısıtlıyor ve eşitsizliği derinleştiriyor.

Hadi sağlık alanından bir örnekle başlayalım. Şehir hastaneleri kulağa modern ve güzel geliyor, değil mi? Ama bir de işin perde arkası var. Bu hastaneler, kamu-özel iş birliği modeliyle inşa ediliyor. Yani devasa binalar özel şirketler tarafından yapılıyor, devlet de bu şirketlere yıllarca kira ödüyor. Daha kötüsü, bu sistemde vatandaşın cebinden çıkan parayla finanse edilen hizmet, bir anda ticari bir ürün haline geliyor. Üstelik bu hastaneler genelde şehir merkezinden uzakta yer alıyor, vatandaşın ulaşımı da zorlaşıyor. Hastane yapılması güzel ama bu işin halkın yararına mı yoksa belli şirketlerin kazancına mı hizmet ettiğini sorsam ne cevap verirsiniz?

Bir diğer önemli alan ise eğitim. Devlet okulları eskiden herkesin eşit şekilde eğitim alabildiği yerlerdi. Bugün, özel okulların artışıyla beraber bu tablo değişti. Bir veli düşünün; çocuğunu iyi bir okula göndermek istiyor ama bütçesi özel okul masraflarına yetmiyor. Devlet okulları ise yeterli kaynak ve destekten mahrum. Çocuklar arasında eşitsizlik daha da derinleşiyor. Eğitim gibi temel bir hakkın, gelir düzeyine göre sınırlanması adalet duygusunu derinden zedeliyor. Üstelik doğru düzgün denetlenmediği için eğitim kalitemiz yerlerde sürünüyor. Yirmi yıl önce şehrimizin zengin ve yoksul çocukları aynı sırada oturur ve birlikte eğitim alırlardı.

Peki, ulaşım? Yollar, köprüler, otoyollar… Bu projeler için de özel sektörle anlaşmalar yapılıyor ve yıllarca geçiş garantisi veriliyor. Yani o yoldan geçseniz de geçmeseniz de vergilerinizle bu garantiyi ödemek zorundasınız. Bir zamanlar devletin kendi imkânlarıyla yaptığı yollar, bugün büyük kazançların döndüğü ticari yatırımlara dönüşmüş durumda. Halk için yapılan hizmet, bir anda halkın sırtındaki yük haline geliyor. Devlet sadece Deli İbrahim gibi şirketlere hizmet için para saçar durumda.

Bu örnekleri enerjiden iletişime hatta güvenliğe kadar çoğaltabilirim. Peki kamunun yokluğu ne anlama geliyor?

Kamu hizmetlerinin özel sektöre devredilmesini kısa vadede bize “modernleşme” gibi yutturdular ama uzun vadede gördük ki herkesin hayatını etkileyen büyük sorunlar yarattı. Devlet, vatandaşın yanında olması gereken bir yapı. Eğer devlet sadece aracı rolüne indirgenirse, halkın ihtiyaçlarını kim karşılayacak? Özel şirketler mi? Özel sektör, kâr amacı güder. Bir köy okulunun kapatılıp yerine büyükşehirde bir özel okul açılması nedenini anlamak için çok düşünmeye gerek yok. Kâr getirisi yoksa hizmet de olmaz.

Bu gidişatı değiştirmek için kamusal hizmetlere dönüş elzemdir. Sağlık, eğitim, ulaşım gibi temel alanlar devletin sorumluluğunda olmalı ve kâr amacı güdülmeden herkese eşit şekilde sunulmalı. Devletin, vatandaşına sırtını dönmediği bir düzen yaratmak mümkün. Bu da kaynakların doğru kullanımı, şeffaflık ve halka dayalı bir yönetim anlayışıyla gerçekleşebilir.

Devlet, bir şirket gibi çalışamaz. Devlet dediğin, halkı için vardır. Hastaneye gittiğimizde, okula çocuğumuzu gönderdiğimizde ya da otoyoldan geçtiğimizde “burada kamu yok” diyorsak, işte o zaman kamusuz bir devletin ne demek olduğunu çok acı bir şekilde anlıyoruz. Bu yüzden, devleti devlet yapan o eski “halk için” anlayışını unutmamak ve bu değerleri yeniden inşa etmek zorundayız. Çünkü DEVLET BİZİM. Kamusuz bir devlet, halksız bir devlettir.