Bir engellinin çektiği çileyi sadece başka bir engelli anlayabiliyorsa yazık bize.
Anlatayım…
Bir gün hiç hesapta yokken, hiç aklınızın ucundan geçmeyen bir trafik kazası geçirdiniz. Hayatta kaldınız ancak yürüyemiyorsunuz. Sonra durumu kabul ettikten sonra hayatınıza bir şekilde devam etmeniz lazım. Bu ancak tekerlekli sandalyeyle mümkün.
O çok sevdiğiniz arabanızın yerini tekerlekli sandalyeniz aldı. Çıktınız Manisa’nın caddelerine… Yeni normaliniz bu. Siz ve tekerlekli sandalyeniz. İlerledikçe engeller çıkıyor karşınıza. Engelli rampasından ineceksiniz ama olmuyor. Densizin biri dörtlüleri yakmış yalandan, hemen geleceğim numarası. Engelli rampasına boylu boyunca çekmiş arabasını, kapatmış.
Duruyorsunuz.
Çevreye şöyle bir baktınız ama aracın sürücüsü pek görünürlerde yok.
Muhtemelen bankada sıra bekliyor. Ya da şu tavuk dürümcüde ayaküstü iki lokma bir şeyler atıştırıyordur. Ya da şu marketten bir şeyler almış, bir dostuyla karşılaşınca hadi iki çay içelim, nasılsa çok sürmez diye düşünmüştür.
Ama ya siz… Hay Allah ya. İnmeniz mümkün değil, rampa kapalı. 10 dakika oldu yok. İnsanlar gelip geçiyor, koşturmaca devam ediyor. Siz öylece kaldınız. Daha kaç rampa var önünüzde ve daha bu ikincisiydi. Kızamıyorsunuz da… Çünkü daha bir ay önce, kazayı geçirmeden, aracınıza havalı havalı binerken siz de bunu yapmıştınız. Hem de defalarca.
E şimdi ne olacak?
Tanıdıklar geçiyor yanınızdan. Selamlaşmalar. Sinirli be mahcup haliniz gözlerden kaçmıyor. Durumu anlayanlar “yardım edelim” diyor ama siz gururunuza yediremiyorsunuz. Olmaz, acelem yok falan…
Sizin bu kaldırımdan inebilmeniz için tekerlekli sandalyeyi en az iki kişinin taşıması lazım. Yok ya olmaz… O görüntüyü vermemeniz lazım. Halen engelli olma durumunu kabullenme sürecindesiniz.
Aradan 15 dakika geçti. Halen dörtlü sinyalleri yanık, engelli rampasını kapatmış olan aracın sürücüsü ortalıkta yok.
Polisi aramaya karar veriyorsunuz. 20 dakika oldu. Tam o an sürücü rahat tavırlarla aracının kapısını açıyor. Sizinle göz göze geliyor. Herhangi bir utanma belirtisi pek yok. Basıp giderken arkadan başka bir araç yanaşmaya başladı bile. Neyse ki sizi fark etti, rampadan inmenizi bekliyor. Siz geçtikten sonra rampa tekrar kapatılıyor başka bir araç tarafından. O da dörtlüleri yakıyor. Dörtlüleri yakınca sanki rampa kapanmıyor!
Ne garip ne saygısız insanlar var diye düşünürken aklınıza “siz” geliyorsunuz. Aynısını yapıyordunuz sağlıklıyken. Çok defa aracınızı engelli rampasının önüne park etmişliğiniz var. Hatta az önceki noktaya da birkaç kez park etmiştiniz hatırlarsanız. Sizi uyaran bir engelli vatandaşı da terslemiştiniz. Bir keresinde size ceza yazan trafik polisini nerdeyse dövecektiniz. Ne heybetliydiniz.
Ya şimdi…
Ayaklarınız tekerlekli sandalyenin üzerinde. Eğilip şöyle bir bakıyorsunuz ayaklarınıza. Sizi yıllarca taşıdı, yürüdünüz, koştunuz, hatta gaza bastınız. Ama artık yapamıyorsunuz. Bundan sonra ayaklarınız tekerlekli sandalyeniz. Ve o sıkça duyduğunuz ama hiç dikkate almadığınız söz geliyor aklınıza: “Hepimiz birer engelli adayıyız!”
Meğer ne doğruymuş…
Yukarıda anlattıklarım hayal ürünü gibi duruyor. Ama aslında değil. Binlerce insanın başına gelme ihtimali olan bir gerçek. Bu benim de sizin de kısacası hepimizin karşılaşabileceği bir ihtimal. Tekerlekli sandalye her an kaderimiz olabilir.
Bunu aklımızdan çıkarmadan hareket etmeliyiz. Sizin bankadaki 5 dakikalık işiniz bir engelli için işkenceye dönüşebilir. Her kapattığınız engelli rampası, size beddua ya da trafik cezası olarak mutlak dönecek de. Asıl mesele vicdani tarafı.
Ayaklarınız varken aracınızı en uygun yere park edin, yürüyün. Yürümenin keyfini çıkarın. Gerekirse paraya kıyıp otoparka girin. Çünkü o rampalar size park yeri değil, engellilerin ilerleyebileceği yoldur. Siz onların yolunu keserseniz belki de sizin de yolunuzu başkaları keser. Ve ne demek olduğunu anlamak için engelli olmak şart değil. Çünkü bu ağır bir derstir. Biraz vicdanlı, biraz anlayışlı, biraz insan olabilmek yeterli. Engellileri mutsuz etmeyelim.
Bizim rutinimiz, normalimiz onların hayatını karartmasın.