Kerpiç evleri çoğumuz biliriz.
Kışın sıcak, yazın serin olan, nefes alan yaşayan evlerdir, kerpiç evler...
Hatta türküsü de vardır; "Kerpiç kerpiç üstüne kurdum binayı,
Binayı kurarken gördüm Leyla'yı. Leyla başıma açtın türlü belayı." diye devam eden güzel bir türkü...
Bu türküyü duyunca aklıma gelen ilk kişidir
Mehmet amca...
Dinmeyen öksürüğü, elinde tütünden sardığı sigarası, poturlu pantolonu, kareli gömleği, kahverengi yeleği, yaz kış hep çalışan haliyle hatırladığım biridir Mehmet amca...
Kışlık odunları kesip, muntazam bir şekilde istif edişi, inşaattan, bahçe işlerine kadar her işi kendisi yaptığı için, alet edevatlarını her zaman düzenli tutması dikkatimi çekiyordu.
Hele kerpiç dökmesi...
Önce toprağı kazıp, biriktiriyor, toprağı eliyor, sonra toprak yığınının ortasını havuz gibi açarak su döküyor, kürekle kenarlardan toprak alarak çamur yapıyordu.
Bu şekilde büyük bir çamur yığını hazırlıyordu.
Çamur iyice, yoğun bir hale gelinceye kadar, kürekle karıştırıyordu.
Sonra kerpiç kalıbını düz bir zemine koyup, içini çamurla dolduruyordu.
Mala ile düzelttiği çamurdan, düzgün bir şekilde kalıbı çıkarıyor, aynı işlemi çamur bitinceye kadar yapıyordu.
Bir iki gün güneşte kalan kerpiçler, sonraki günler sürekli çevrilerek günlerce kuruması bekleniyordu.
Mehmet amca bu işi sabırla, mükemmel bir şekilde yapıyordu.
Kerpiçler kururken, bir yandan ev vs yapacağı yerin temelini kazıyor, ip çekerek, el arabasıyla getirdiği taşlarla üç, dört sıra temel duvarını örüyordu.
Sonra kerpiçlerle duvarları örmeye devam ediyordu.
Elindeki su terazisi, metre, şakül, mala, balyoz, kazma, kürek, keser yardımıyla, bir süre sonra ortaya güzel bir oda , bir mutfak veya bir odunluk çıkarıyordu.
Duvar örerken kapı, pencere yerini ayarlıyor, uygun yerlere niş koyuyor, baca yerini de hesap ediyordu.
Bu adam hiç okula gitmemişti, ama A’dan Z’ye bir inşaatın inceliklerini biliyordu.
Duvarlar bitince, kalaslarla, tahtalarla çatıyı çakıyor, kiremitleri döşüyor, sonra içeriden tavanı çakıyordu.
Arkasından sıvayı yapıyor, kapıyı, pencereyi takıyordu.
Sonra bir de kireçle güzel bir badana, kutu gibi bir oda hazır oluyordu.
Ağaçların çiçeklerin içindeki o kireç badanalı kerpiç evler, ne kadar şirindiler…
Yanındaki toprak fırında pişen ev ekmeği, o sıcacık ekmeğe sürülen tereyağı ya da salça, nasıl da lezzetliydi...
O kerpiç evlerin ne kadar sıcak, huzurlu insanı saran bir havası vardı...
Hele yazın dışarısı sıcaktan yanarken, o kerpiç evlerin insanın içini ferahlatan serin havası...
Havanın sıcaklığıyla iyice coşan cırcır böceklerinin şen cırıltılarını dinlerken, huzur içinde bir bardak çay içmek, ikindi vakti komşularla çay, sohbet faslı...
Ağustos böcekleriyle ilgili unutamadığım bir anı...
Ağaçlara tırmanıp yakaladığım böcekleri boş bir kibrit kutusuna koyup, kutunun kapağını biraz aralık bırakıp" bakın benim radyom var, cırcır böceği şimdi ötecek." diyordum ama böcecik, hafif bir cırlamadan sonra, ses çıkarmıyordu.
Ben de esareti sevmedi diye açık bir alanda böceği uçuruyordum.
Ağustos böceğinin irilerine Cancan, zayıflarına Cırcır böceği diyorduk.
Biz böyle böcek, kelebek kovalarken, komşu teyze fırını yakınca hazırlanan börek ve ekmek hamurlarının sırasıyla fırında pişirilmesi...
Tulumbadan çekilen suyla sulanan çiçeklerden yayılan mis kokular...
Radyodan yükselen neşeli şarkılar eşliğinde içilen çaylar, bitmeyen hoş sohbetler...
Sahi o küçük bahçeli kerpiç evler, taş evler, tek katlı evler, içlerinde ne çok unutulmaz hatıra barındırıyordu...
O günler ne güzel günlerdi, o insanlar ne kadar çalışkan, becerikli, cömert, iyi niyetliydiler...
Arkalarında ne kadar güzel hatıralar bıraktılar.
Vefat edenlere Mevla rahmet eylesin...