"Bir derdim var artık, tutamam içimde
Gitsem nereye kadar, kalsam neye yarar?
Hiç anlatamadım, hiç anlamadılar"*
Bu bir kendini ifade etme çabası ve sorumluluk hissiyle iç dökmedir. Konuşmayı çok da sevmeyen biri olarak kolay da bir iş değildir. Çok kısa kendimden bahsederek başlayayım.
Manisalı’yım, on yıldır İzmir’de yaşıyorum, Manisa ve İzmir merkezli şirketlerim var, Türkiye ortalamasının üzerinde bir gelire sahibim ama ununu eleyip eleğini asmışlardan değilim, çalışmaya devam etmeliyim. Tüm edinimlerim kendi çabamladır, ailemden gelen bir işletme veya miras kalmış değil. Sevgi dolu ve ilgili bir ailede büyüdüm. Çok da geniş olmayan büyüdüğüm aile annem ve kız kardeşimden oluşuyor, babamı çok küçük yaşta kaybettik. Müzik, edebiyat, sinema, sahne sanatları ve seyahat severim. Bunlara elimden geldiğince zaman ve bütçe ayırmaya çalışırım. Bekarım ve bir oğlum var. Kendimi bildim bileli muhalifim. 48 yaşındayım ve 18 yaşımdan bu yana herhangi bir iktidara oy vermedim. Akp öncesi de bu böyleydi. Bence bu kadar “ben” yeterli.
Öncelikle şunu belirtmek istiyorum. İktidara oy veren vatandaşlarımızla çok ayrı algılarımız olduğunu biliyorum. Bunun sebebi de birbirimizi duymuyor oluşumuz. Ayrı TV kanallarını izliyor, ayrı gazete ve haber sitelerini okuyor, sosyal medyada kendi kamplarımızda takılıyoruz. Örneğin benim Erdoğan’ın kampanyasından duyduğum tek şey bana “vatansız, bayraksız, ezansız, terörist” deyişi. İktidarı destekleyen vatandaşların Kılıçdaroğlu’nun kampanyasından duydukları nedir? Bilmiyorum. Bildiğim; çok kaygılıyım ve korkuyorum. Korkuyorum çünkü büyüdüğüm cumhuriyete ve ağır aksak da olsa var olan demokrasimize büyük bir karanlık çöktüğünü ve bu durumdan dönüş için son kavşakta olduğumuzu düşünüyorum. Konunun Erdoğan, Kılıçdaroğlu, AKP, CHP; MHP olmadığının, ciddi bir rejim tehlikesinde olduğumuzun bilincindeyim. Tıpkı FETÖ’de, Ergenekon’da, Balyoz’da, Kürt Açılımı sürecinde, başkanlık referandumunda yanılmadığım gibi, yine yanılmadığıma eminim. Gelen felaketin geçirdiğimiz felaketlerin yanında bir hiç olduğunu biliyorum. Fetö’nün yapılanmasının mafyatik ve örgütsel olduğunu ve çok tehlikeli olduğunu söylediğimde AKP’li arkadaşların bana şiddetle karşı çıkıp “biz onlarla başımızı aynı secdeye koyuyoruz!” deyişleri dün gibi kulaklarımda. İtiraz eden olursa isim isim vereyim mi? Gerekli olduğunu sanmıyorum çünkü günümüz AKP yöneticilerinin birçoğu bu cümleyi kurmuştur. Önümüzdeki seçim bana göre bir referandum aslında. Başkanlık sisteminin son onayı. Tüm yetki ve güçlerin tek elde toplandığı Pakistan benzeri İslamcı, Kırgızistan benzeri otoriter yani Orta Doğu/Orta Asya karışımı bir rejimde mi yaşayacağız? Yoksa devletin gücünün parlamenter sistemde düzen içerisinde dağıtıldığı, bağımsız hukuk, bağımsız yargı, bağımsız merkez bankası, bağımsız medya ve beğenmediğimiz iktidarı bir sonraki seçimde değiştirebileceğimiz bir demokrasi mi? Bu benim için ekonomi ve diğer ağır sorunlardan da önce bir onur meselesi. Eşit vatandaş olma, vatandaşı olduğum devletten eşit muamele görme, eşit haklara sahip olma, kısacası vatanımda onurlu birey olarak yaşama isteği. Otoriter rejimde bu mümkün değildir. Ayrıcalıklı elitlerin elinde oyuncak olup hakkını hiç bir yerde arayamayacağın bir sistemde onurlu bireylerin nefes alması dahi mümkün değildir. Bu yüzden korkuyorum. Sadece kendim için değil, kadınlar, gençler, onuruyla yaşamak isteyen herkes için korkuyorum. Korkum yersiz değil, düne kadar Hizbullah’ın TBMM’ye gireceği kimin aklına gelirdi? Hüdapar genel başkanının Hizbullah’ı terör örgütü olarak görmediğini söyleyen videolarına bir tıkla ulaşabilirsiniz. Bu bir Hizbullah yazısı değil fakat bilmeyenler için; Hizbullah 1979 yılında Hüseyin Velioğlu tarafından kuruldu, Diyarbakır Vahdet Kitabevi’nde örgütlenmeye başladı. 1982’de İlim Kitabevi’ni açtı. Amaçları “Cumhuriyet rejimini yıkmak, hilafeti getirmek, mevcut anayasal düzeni yıkıp şeriat esaslarına dayalı teokratik bir devlet kurmak”tı. 90’larda satırlı silahlı terör eylemleri başladı. -Diyarbakır’da 23 kişiyi takarov marka silahla arkadan sıkılan tek kurşunla katlettiler. -1994’te Batman’da Milletvekili Mehmet Sincar’ı katlettiler. -O dönem hedeflerinde olan Menzil Tarikatı’ndan 2000’e doğru Dergisi Diyarbakır Temsilcisi Halit Güngen’i katlettiler. -İslamcı Feminist Konca Kuriş’i 38 gün işkence ederek katlettiler. Cesedi 555 gün sonra bir evin bodrumunda domuz bağı ile bulundu. Hizbullah yöntemi olarak tanınan bu yöntemle birçok kişinin akla sığmayan işkencelerle öldürüldüğü ve bunların video kayıtlarının alındığı ortaya çıktı. O dönemin emniyet müdürü Sadettin Tantan’ın “ben ömrümde böyle vahşet görmedim” dediği videolara bir tıkla ulaşabilirsiniz. -2001 yılında Diyarbakır halkı tarafından çok sevilen Emniyet Müdürü Gaffar Okkan’ı ve beş koruma polisini şehit ettiler. Yapılan operasyonlarla büyük ölçüde çökertilen örgüt Mustazaf-Der’i kurarak legal/sivil görünüme büründü. Diyarbakır Başsavcılığı Hizbullah’ın devamı olduğu gerekçesiyle kapattı. Ve ardından HÜDA-PAR’ı kurdular. Bugün Türkiye Büyük Millet Meclisi’ndeler. Parti programlarına göz atalım mı? Kısa kısa örnekler vereceğim, gerekli görürseniz web sayfalarından tamamını okursunuz.
Mesela miras;
“Mülkiyet hakkı, varislerine miras bırakma hakkını da kapsar. Devlet bunu sınırlayamaz, kullanımını engelleyemez. Mirasın taksimi konusunda herkes aynı uygulamaya tabi tutulmamalı, her toplumun kendi inanç değerlerine, meşru örf ve adetlerine göre taksim yapabilmelerine imkân verecek şekilde düzenleme yapılmalıdır.” -Yani kadına, erkeğe vs. ayrı miras hukuku.
"Kadınların çalışma şartları cinsiyetlerinin gereklerine uygun hale getirilmelidir. Eğitim ve sağlık başta olmak üzere, kadınlara hizmet veren kurum ve kuruluşlarda sadece kadınlar istihdam edilmelidir.” -Yani kadın kafasına göre her işte çalışamaz. Erkeğin olduğu yerde kadın olamaz.
Yeni Anayasa başlığından seçmeler;
“Yeni anayasanın başlangıç bölümü kısa ve öz olmalıdır. Etnik vurgu yapılmaksızın insani hak ve özgürlüklere kuvvetli bir vurgu yapılmalıdır.” -Yani “Türk” kelimesi geçmeyecek.
“Bu yeni anayasanın değiştirilemez nitelikte hiçbir maddesi olmamalıdır.”
-Yani ilk 4 madde kalkacak.
“Yeni anayasa herhangi bir ideoloji dayatmamalı, bu çerçevede hem seçilecek milletvekillerinin hem de devletin değişik kademelerinde görev alacakların yemin metni değiştirilmelidir. Hiç kimse bir ideolojiye bağlılık üzerine yemin etmemeli ama herkes bu toplumun faydasına çalışacağına dair yemin etmelidir.” Yani laik, sosyal hukuk devleti vs. gereksiz.”
“Profesyonel ordu oluşturularak, askerlik hizmeti zorunlu olmaktan çıkarılmalıdır.”
-Yani her Türk asker doğmaz.
Ve Kürtler; ( Bu bölüm aslında oldukça uzun, HÜDAPAR Parti Programı’ndan tamamını okumanızı isterim)
“……Kürt oldukları için Türklük/Türkleştirme politikalarının sonucu olarak büyük sıkıntılar yaşamışlardır. Bu şekilde hem laiklik hem de Türklük dayatmalarına tepki olarak vuku bulan Şeyh Said Kıyamı, Dersim ve Ağrı Ayaklanmaları büyük bir şiddetle ve katliamlarla bastırılmış, bunlar ve Zilan’daki katliamlarla beraber yüz binlercesi öldürülmüş, yaralanmış ve çok daha fazlası da aç ve çıplak bir halde batıya sürgün edilmişlerdir. Bu dönemde yapılan zulüm ve vahşet akıl almaz boyutlara ulaşmıştır. Normalleşmenin gerçekleşmesi ve toplumsal barışın tesisi için; Öncelikle bugüne kadar yapılan zulümlerden dolayı devlet adına özür dilenmeli ve mağdurlara tazminat ödenmelidir.” Türkiye Cumhuriyeti devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkesin Türk olduğu nitelemesinden vazgeçilerek Kürtlerin varlığı anayasal olarak tanınmalı, Türkler ve Kürtler, ülkenin asli kurucu halkları olarak kabul edilmelidir. Kürtçe, Türkçe ile beraber ikinci resmi dil olarak kabul edilmeli, Kürtçe aynı zamanda eğitim dili olmalıdır. Yeterli talep olması halinde anadili farklı olan diğer vatandaşların da kendi dillerinde eğitim alabilmelerinin önü açılmalıdır. İlköğretim öğrencilerine okutulan, ırkçılık kokan ‘Andımız ’ve benzeri metinler kaldırılmalıdır. Muhtelif yerlerde yazılan ‘Ne Mutlu Türküm Diyene ’gibi yazılar silinmeli, "Bir Türk dünyaya bedeldir." şeklindeki ırkçı söylemlere son verilmelidir. Zulüm ve ayrımcılık uygulamış olan tarihi şahsiyetlerin isimlerini taşıyan okul, kışla, cadde, sokak ve benzeri yerlerin isimleri derhal değiştirilmelidir. Başta vatandaşlık tanımı olmak üzere, anayasa ve sistemin bütün resmi literatürüne hâkim olan Türklük esaslı dışlayıcı ve ayrımcı söylem terk edilmelidir. İsimleri değiştirilen yerleşim yerlerine eski adları geri verilmelidir. Başta Şeyh Said olmak üzere Kürtlerin büyük bir saygı ile andıkları Kürt âlimlerine zulmedildiği resmen kabul edilmeli, yakınlarından ve bütün halktan özür dilenmelidir. Medreseler iyileştirilmeli, asli fonksiyonlarına kavuşturulmalı ve medreselerde verilen icazetlere resmi statü tanınmalıdır. Katı merkeziyetçi yönetime son verilerek yerel yönetimler güçlendirilmeli ve tüm yerel yöneticiler halk tarafından seçilmelidir.
- Talepler böyle devam ediyor.
TBMM yemin törenini merakla bekliyorum. Benim görüşüm tüm fikirler konuşulur, tartışılır, yaymak için propaganda yapılır. “Ama”sı şu; Cumhuriyetimizin kuruluş ve temel değerlerine, yani laiklik, hukuk devleti, demokrasi ve Misak’ı Milli Sınırlarını hedef almamalı ve şiddet barındırmamalı.
Tamam duyuyorum, “eeee HDP?” deyişinizi.
Önce şunu hemen belirteyim, PKK bir terör örgütüdür. Sonra da şunu ilave edeyim; desteklediğim aday Kemal Kılıçdaroğlu’nun “Abdullah Öcalan’ı serbest bırakacağız, Selahattin Demirtaş’ı serbest bırakacağız” dediği herhangi bir video, röportaj vs gösterin kocaman özür yazısı yazacağım. Aksine Kılıçdaroğlu PKK tarafından hedef alınan tek lider. PKK CHP konvoyuna roketatar ile saldırı gerçekleştirip bir polisimizi şehit etti. Olması gereken, Selahattin Demirtaş’a da, bana da, Ahmet’e de, Ayşe’ye de eşit ve adil yargılama. Hukuk kişiye özel olamaz, devletin temelidir hukuk. Hukuk yoksa devlet yoktur.
Diğer taraftan çözüm süreci adı altında Öcalan ile yapılan görüşmeler (Erdoğan’ın bu konu ile ilgili TRT Özel yayını var, izlemenizi öneririm), 29 Ekim’de Habur’dan giren konvoy ( Devletin Anadolu Ajansı’nın başlığı “Peşmerge Habur’dan Girdi” şeklindeydi”), ısmarlanan lahmacunlar, sınırda çadır mahkemeleri dün gibi aklımda.
Memleketimizde gözümü açtığımdan bu yana “Kürt Sorunu” mevcut. Yok denilse de, inkar yoluna gidilse de var. Ve hepimiz için çok şeye mal oldu. Ölen gençlerimiz, bölgenin kalkınması, ekonomik ve siyasal yükü saymakla bitmez. Yine de çözüm sürecine karşıydım. Çünkü kapalı kapılar ardında, ne olduğunu bilmediğimiz bir şekilde, İbrahim Tatlıses’le Şiran Perver’le olmaz. Şeffaf bir süreçte, toplumun kanaat önderleri, aydınlar, sivil toplum kuruluşları yani halk bu işin içerisinde olmadan olmaz. HDP net olarak Millet İttifakı içerisinde değil. Verilen bakanlık, vekillik veya herhangi bir söz yok. Zaten HDP’de bir beklentilerinin olmadığını açık ve net biçimde söyledi. Tamam duyuyorum; “eeee neden Cumhurbaşkanlığı’nda Kılıçdaroğlu’nu destekliyorlar?” Çünkü HDP beğenin beğenmeyin milyonlarca seçmeni olan bir parti. Olmayan demokraside, totaliter rejimde bir siyasal parti ne işe yarar? Hiç. Yani hukuki düzlemde bir siyasi mücadele için demokrasi gerekir. Yani parlamenter sistem. Olmadığında mücadele zemini ister istemez illegaliteye yönelir. PKK’nın Selahattin Demirtaş’ı destekleyen bir açıklamasını duydunuz mu? Yok. Çünkü HDP mecliste olmaya devam eder, sözünü fikrini söylerse PKK’ya ne ihtiyaç kalır? Hiç! Korkuları tam olarak da bu. PKK emperyal devletlerin bir aparatıdır. HDP’nin de sırtında yüktür. Demirtaş’ın “Silah bırakması için elimizden geleni yapacağız” açıklaması bu mücadelenin örneğidir. Yine Erdoğan’ın TBMM’de grup toplantısı konuşmasında, “Edirne’deki, en büyük hesabı İmralı’dakine verecek. Onların da kendi içlerinde hesaplaşmaları var. Ve bu hesaplaşmayı da yapacaklar” sözleri bu anlamda değerlendirilebilir.
Çok uzattım biliyorum, daha da çok uzatabilirim. Son olarak hepimizin hissettiği ve iliklerine kadar yaşadığı şeyle bitireyim. Ekonomimiz uçurumun kıyısında. Enflasyon çılgınca yüksek ve daha da yükselecek. Erdoğan seçimi kazanırsa çok ama çok daha kötü olacak. Sen de her şeyi biliyorsun demeyin lütfen, ekonomi bir bilimdir ve bu sebeple öngörülebilir. 2002 yılında 1 milyon haneye sosyal yardım verilirken 2021’de bu sayı 4.3 milyona ulaştı ve bunu iyi bir şey gibi sunuyorlar, delirmemek işten değil. Birçok eve temel gıda maddeleri dahi giremiyor artık. Bu ay açıklanan rakamlarla 4 kişilik bir ailenin açlık sınırı 10 bin135,50 TL, yoksulluk sınırı 33 bin 14.66 TL. Kaç kişi ayda 33 bin TL kazanıyor? Özel vasat okullara mahkum, içeriği boş, bilimden uzak, çökmüş eğitimine, koca binası olup içinde doktor ve malzeme olmayan hastanelere, hepimizin beceriksizlikle altında kaldığımız depreme, talan edilen çevreye, akıl almaz yolsuzluklara, liyakatsizliklere girmiyorum bile.
Hepimiz yaşıyoruz, demagojileri bir kenara bırakırsak apaçık ortada. Her şey çok çok daha kötüleşecek. Ben ve benim gibi muhaliflerin içini dökecek daha çok şeyi birikti. Umuyorum bir nebze de olsa düşüncelerimi aktarabilmişimdir. Bu yazı benim için vatanıma karşı sorumluluğum ve tarihe not düşmek adınaydı. Not kalacak, seçim öyle veya böyle bitecek. Kemal Kılıçdaroğlu da kazansa, Erdoğan da kazansa yaşayıp göreceğiz.
Son söz; en az sizin kadar vatanımı, insanımı seviyorum. Kimse bana ve Kılıçdaroğlu’na oy veren 24 milyon 594 bin 922 kişiye “vatansız”, “ terörist” diyemez. Bunu dile getiren önce kendine bakmalı ve memleketin yarısını neyle itham ettiğini iyice düşünmeli.
Atatürk’ün dediği gibi, “Demokrasinin tam ve en belirgin hükümet şekli Cumhuriyet’tir. Hiçbir zaman aklınızdan çıkmasın ki, Cumhuriyet sizden fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller ister. Türk milletinin tabiat ve adetlerine en uygun olan idare Cumhuriyet İdaresidir.”
Fikri hür, vicdanı hür kalmak için oyunuzu kullanın, oyunuza sahip çıkın ve kalın sağlıcakla..
* Mor ve Ötesi grubunun "Bir Derdim Var" şarkısından alıntıdır.