Türkiye siyasetinde son dönemde yaşananlar ülkenin hangi rotaya sürüklenmeye çalışıldığını bize gösteriyor. Bir yanda halkın oylarıyla seçilmiş bir belediye başkanı olan Ekrem İmamoğlu, peş peşe açılan davalar ve soruşturmalarla siyasi olarak tasfiye edilmek istenirken, diğer yanda yıllardır terör örgütü liderliğinden hüküm giymiş Abdullah Öcalan'ın ismi yeniden dolaşıma sokuluyor.

İmamoğlu’nun siyasi yasak tehdidiyle karşı karşıya bırakıldığı davalar, bir hukuk süreci görüntüsünden ziyade siyasi hesaplaşmanın araçları haline gelmiş durumda. YSK üyelerine hakaret iddiasından, Beylikdüzü dönemine ait ihalelere, usulsüz harcama soruşturmalarından sahte diploma iddiasına kadar birbirinin ardı sıra açılan dosyalar, tek bir amaca hizmet ediyor: Sandıkta yenilemeyeni, mahkeme salonlarında devre dışı bırakmak. Ve İlçe belediye başkanlarının, başkan yardımcılarının, meclis üyelerinin tutuklanmaları, CHP İstanbul il başkanına soruşturma, İBB Medya A. Ş. baskını, adeta İmamoğlu'na yapılmış bir kuşatma görüntüsü veriyor. 

İmamoğlu üzerinden yürütülen bu tasfiye planı devam ederken, aynı günlerde Öcalan'ın adının çözüm, barış ve diyalog kavramlarıyla yan yana getirilmesi ise hiç de tesadüf değil. Her kritik dönemeçte olduğu gibi, bir kez daha Öcalan üzerinden siyaset dizayn edilmeye çalışılıyor. Hükümetin seçim hesaplarıyla paralel ilerleyen bu adımlar, Türkiye’nin demokratikleşmesine ve Kürt sorununun çözümüne ne derece katkısı olur hep birlikte göreceğiz. Ben şahsen samimiyet içermeyen hiçbir girişimin sağlıklı sonuç vermeyeceği kanaatindeyim. 

Bu süreçte ironik bir başka tablo daha karşımıza çıkıyor. Bir yandan İmamoğlu'na yönelen her adım “hukuk devleti” savunusuyla meşrulaştırılmaya çalışılırken, diğer yandan terörle ilişkilendirilen isimler, bir çözümün ortağı gibi lanse ediliyor. Bir yanda seçilmiş bir belediye başkanına siyasi yasak tehdidi, diğer yanda bölücülüğün sembol ismine siyasi figür hatta liderlik yakıştırmaları... Kamuoyunun gözleri önünde aynı anda yürütülen bu çelişkili iki hamle, meselenin sadece hukuk olmadığını, bir siyasi mühendislik projesinin adım adım işletildiğini gösteriyor.

Bu gidişat yalnızca bir partiyi, bir ismi ya da bir belediye başkanını değil, doğrudan ülkenin demokratik geleceğini ilgilendiriyor.

Ve bir kez daha şu gerçek kendini gösteriyor: Bu ülkenin büyük çoğunluğu adalet, eşitlik ve özgürlük isteyen insanlardan oluşuyor. Öfkeyle, korkuyla ve tehditlerle sindirilmeye çalışılan geniş bir toplum var ama son dönemde yapılan bir çok anket gösteriyor ki bu toplum, sessizliğinin arkasında büyük bir birikim taşıyor.

Bugün yaşananlar, bir iktidar projesinin parçası olabilir. Ama unutulmamalı ki, hiçbir iktidar mühendisliği halkın iradesinden güçlü değildir.

Türkiye’nin ihtiyacı basit: Adaletin, hukukun ve demokrasinin herkes için eşit şekilde işletildiği bir düzen.

Bugün sorulacak soru net;
Gerçekten bu ülkenin acil  önceliği İmamoğlu’nu saf dışı bırakmak mıdır? Zaten bitmiş PKK terörü ve Kürt sorunu mudur? 

Yoksa dünyanın en yüksek gıda enflasyonuna, güvenin giderek düştüğü adalet sistemine, eğitime, yani ülkenin gerçek sorunlarına çözüm aramak mı? Bu sıkıntıları Türk, Kürt demeden hep beraber yaşıyor, iliklerimize kadar hissediyoruz.. 

Bu soruya verilecek cevaplar, yalnızca bugünü değil, yarının Türkiye’sini de belirleyecek.

Ve unutulmamalıdır ki; günü kurtarmak için kurulan her oyun, er ya da geç bozulur. Olan halka ve ülkenin geleceğine olur..