Şimdi şöyle bir düşünelim. Bundan birkaç yıl önce biri çıkıp deseydi ki, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı gözaltına alınacak, belediye başkanları, meclis üyeleri, muhalif parti lideri tutuklanacak, muhalif gazeteciler ve sanatçılar soruşturmaya uğrayacak, protesto hakkı askıya alınacak, ulaşım kesilecek, sosyal medya yavaşlatılacak, televizyonlar sadece iktidarın propagandasını verecek…
Ne derdiniz?
"Yok artık, o kadar da olmaz!"
Bugün tam olarak bu noktadayız.

* Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ tutuklu
* İstanbul’un birçok ilçe belediye başkanı ve meclis üyeleri tutuklu
* Ekrem İmamoğlu gözaltına alındı.
* Muhalif gazeteciler Ece Üner ve İsmail Saymaz apar topar gözaltına alındı.
* Sanatçılar, Halit Ergenç ve Rıza Kocaoğlu hakkında dava açıldı. 
* Sanat dünyasının en etkili menajeri Ayşe Barım tutuklandı.
* Ekrem İmamoğlu’nun Cumhurbaşkanı adayı olmasını engellemek için diploması iptal edildi.
* Sokak röportajı veren vatandaş ve hatta tutuklu astrolog dahi var 

Ne oluyor arkadaş?
Hani sandık kutsaldı?
Hani milletin iradesi her şeyin üstündeydi?
Hani demokrasi vardı?
Bu şartlarda gerçekleşecek (bu konuda da emin değilim artık) seçim mi olur? 
Anlaşılan iktidar kaybedeceğini anladığı anda, kurallar değiştirmeye başlıyor. 
Tıpkı daha önce iptal ettikleri İstanbul yerel seçimi gibi. 

Hepimiz biliyoruz ki, sandık demokrasi için bir araçtır.
Bugün yapılan sandığın iktidarı korumak için bir araç haline getirilmesi.
Bu, seçimin kazanılması için değil, sonucunun garantilenmesi için yapılan bir mühendislik.
Nasıl mı? Bakın tarif basit;
* Önce güçlü rakibini ve tüm çevresini gözaltına alırsın.
* Muhalif basını susturursun.
* Sanatçıları korkutursun.
* Halkın haber alma hakkını elinden alırsın.
* Sosyal medyayı kısarsın.
* Ulaşımı engellersin ki kimse sokağa çıkamasın.
* Halkın anayasal hakkı olan gösteri ve prutesto hakkını elinden alırsın ve korkutarak konuşmasını engellersin 

Ve sonra, seçim günü gelince "Bakın işte sandık! Demokrasi işliyor!" dersin.
Kusura bakmayın ama bu düpedüz halkla dalga geçmektir.

Bakın, sandık var mı? Var.
Oy kullanılıyor mu? Evet.
Ama sonucu belli mi? Tabii ki belli!
Bugün Rusya’da da sandık var, Kuzey Kore’de de. Ama orada sandık, halkın iradesini yansıtan bir şey değil, iktidarın "Bak işte seçim yaptık!" demek için kullandığı bir araç.
Şimdi Türkiye de mi bu noktaya geliyor?
Muhalefeti tasfiye edip, gazetecileri susturup, rakiplerini içeri atıp sonra "Bakın ne güzel demokrasi var!" mı denilecek?
Eğer öyleyse, bari zahmet edip adını da değiştirsinler.
Seçim demesinler mesela. "Onay günü" desinler.
Çünkü gerçek bir seçim, halkın özgürce tercihini yaptığı bir ortamda olur.
Hukukun çökertildiği, basının susturulduğu, muhalefetin yok edilmeye çalışıldığı yerde yapılan şeye seçim denmez.

Bugüne kadar Erdoğan, sandıkta kazanmaya oynayan bir liderdi. Devletin tüm gücünü kullansa da, yüzde doksanı elinde olan basını büyük bir propaganda aracı olarak kullansa da, rakiplerini türlü ayak oyunları ile ekarte etse de bir şekilde sandıktan meşruiyetini kazanırdı. 
Ama bu sefer bir fark var, ilk kez sandığın onu kurtaramayacağını biliyor.
Bunu nereden anlıyoruz?
İmamoğlu’nun gözaltına alınması, diplomasının iptal edilmesi, muhalefetin açık açık sindirilmeye çalışılması…
Bunlar, "ben bu seçimi kazanırım" diyen bir liderin yapacağı hamleler değil.
Bunlar, "bu seçimi kaybedeceğim, o yüzden rakiplerimi devre dışı bırakmalıyım" diyen birinin yapacağı hamleler.
İşte bu yüzden bu hamleler, Erdoğan’ın bugüne kadarki çizgisinden bile farklı.
Bu artık seçim kazanma çabası değil, seçim kaybetmeme savaşı. Yapılan tüm anketlerde de oldukça net görünüyor, Ekrem İmamoğlu cumhurbaşkanlığı yarışında Erdoğan karşısında kazanıyor. 

Bugün sadece siyasetçiler değil, sanatçılar ve gazeteciler de hedef alınıyor. TV dizileri dahi kontrol ediliyor hatta yasaklanıyor. 
Neden? Çünkü sanat ve medya, halkın gerçekleri görmesini sağlar.
Ve iktidar, halkın görmesini istemiyor.
* Sanatçılar susarsa, halk gözünü kaybeder.
* Gazeteciler susturulursa, halk kulağını kaybeder.
* Muhalefet yok edilirse, halk umudunu kaybeder.
İstenen şey tam olarak bu: Halkın kör, sağır ve sessiz olması.

Şunu net söyleyelim; bu artık bir seçim mücadelesi değil.
Bu, Türkiye’nin demokrasisini kaybedip kaybetmeyeceğinin mücadelesi.
Ve burada vereceğimiz karar çok basit;
Ya sandığın gerçek bir seçim aracı olması için mücadele edeceğiz.
Ya da bize dayatılan "seçimmiş gibi yapan" tiyatroya boyun eğeceğiz ve seçim yapma hakkımız elimizden alınacak. 
Çocuklarımıza nasıl bir gelecek, nasıl bir Türkiye bırakacağız? 
Seçme ve seçilme hakkı olan bir Türkiye mi? Saray ve çevresindeki bir avuç insanın yönettiği bir Türkiye mi? 
Seksen milyonun ürettiklerini tüm toplumun paylaştığı bir Türkiye mi, halk sefalet içerisindeyken saray ve saray elitlerinin ultra lüks yaşantısını izleyerek mi? 
Sonucu hep birlikte göreceğiz.
Ama tarihin de söylediği bir şey var:
"Baskıyla yönetilen her rejim, sonunda kendi korkularıyla yıkılır." – Nelson Mandela