Hollywood’un klasik bilim kurgu filmlerinde, geminin radarı aniden bir uyarı verir: “Bir cisim yaklaşıyor!” Çoğu zaman bu bilinmeyen, tehditkâr ve beklenmedik bir varlığın hızla geldiğinin habercisidir. Kahramanlarımız ya savaş pozisyonu alır ya da kaçar. 

Son yıllarda Türkiye'de hukuksuzluk ve adaletsizlik sıradanlaştı, ancak özellikle son dönemde bu keyfilik öyle bir noktaya ulaştı ki, sanki görünmeyen bir emir verilmiş gibi hareket ediliyor. Muhalif siyasetçilerin, gazetecilerin, akademisyenlerin, iş insanlarının, sosyal medya kullanıcılarının gözaltına alınması, hakkında hukuki hiçbir dayanak olmayan tutuklamalar, muhalefet belediyelerine yönelik akıl almaz kayyum atamaları, Tüsiad başkanının kollarında polisle ifadeye götürülmesi... Hemen hemen hepsi hukuksuz ve dikkat çekici olan şey, bu uygulamaların ani ve sistematik bir artış göstermesi.

Sanki bir eşik aşıldı ve artık iktidarın en ufak bir meşruiyet ve toplum kaygısı bile kalmadı. Eskiden yapılan baskılar en azından "hukuki kılıflar" içinde sunulmaya çalışılırken, artık doğrudan "Ben yaptım, oldu" noktasına gelindi.

Bir Şeye Mi Hazırlık?

Bu ani değişime kendimce açıklamalar aradım. Birincisi, iktidarın yaklaşan bir krize hazırlandığı ihtimali. Ekonomik çöküşü getirdiği toplumsal huzursuzluk artarken, rejimin elindeki en güçlü araç baskıyı artırmak. Daha önce de benzer taktikler uygulandı, ancak bu sefer doz aşırı ve aceleci bir şekilde yükseltildi.

İkinci ihtimal, büyük bir dönüşümün kapıda olması. Otoriter rejimler genellikle tam oturmadan önce en büyük hukuksuzluklarını yapar. Tarih bize, baskının bir anda tırmanmasının, ya rejimin tüm gücüyle kendini sağlamlaştırmak istediğini ya da son bir hamleyle durumu kendi lehine çevirmeye çalıştığını gösterir. Türkiye’de de artık seçimle iktidarın değişmeyeceğine dair bir algı yaratılmak isteniyor olabilir. Seçmenin tepkisini tamamen önemsizleştiren, muhalifleri tamamen susturmayı hedefleyen bir stratejiyle karşı karşıya olabiliriz. 

Üçüncü ihtimal ise, iktidarın iç dinamiklerinde bir değişim yaşandığı. Devlet mekanizması içerisindeki farklı klikler arasında güç dengesi değişiyor olabilir ve bu da dışarıya daha acımasız bir yüz olarak yansıyordur. AKP içerisindeki çatlaklar, MHP ile olan ilişkilerdeki değişimler, devlet içinde daha radikal unsurların etkisinin artması gibi birçok faktör bu ani hoyratlığın sebebi olabilir.

Benimkiler elbette tahmin, sebep öngöremedimiz bambaşka herhangi bir şey de olabilir. 

Bir başka bilim kurgu klişesi, halkın giderek yaklaşan tehlikeyi umursamamasıdır. Bir uzay gemisi dünyaya çarpmadan önce halk hâlâ günlük işlerine devam eder, çünkü “O kadar da kötü olmaz” diye düşünür. Türkiye’de de benzer bir durum var sanki. Artık insanlar, "şu kişi tutuklanmış, şu gazeteci gözaltına alınmış, şu belediyeye kayyum atanmış" gibi haberleri neredeyse kanıksadı. Çünkü baskının sistematikleşmesi, ona karşı reflekslerin de körelmesini sağlıyor. Ve tabii bunda ekonominin de büyük etkisi var. Yani herkesin kendi derdi de çok büyük.. 

Ancak burada tehlikeli olan, hukuksuzluğun ve keyfiyetin toplumu tamamen pasifize eden bir korku rejimine dönüşmesi. İnsanlar ses çıkarmaktan, sosyal medyada paylaşım yapmaktan, sokakta konuşmaktan bile çekinir hale geliyor. Otoriterleşme, hukukun ortadan kalkmasıyla değil, insanların buna alışmasıyla kalıcı hale gelir.

Hollywood’un bilim kurgu filmlerinde genellikle bir seçim anı gelir. Kahramanlar ya mücadele etmeye karar verir ya da teslim olur. 

Sarı Öküz İmamoğlu

Meşhur hikâyeyi bilirsiniz; çevredeki birkaç aslanın ulaşamadığı bir öküz sürüsü varmış. Bir gün, aslanlardan biri bir hinlik düşünmüş ve sürü başına gidip, “biz aslında sizi rahatsız etmek istemiyoruz, ama şu sarı öküz çok dikkatimizi çekiyor, onu verirseniz siz de kurtulursunuz, biz de rahatlarız” demiş. Sürünün önde gelenleri toplanıp “sürünün âli menfaatleri adına” sarı öküzü kurban edip vermişler. Bir süre rahat etmiş sürü; tabii benzer bir bahaneyle aslanlar  kapılarına dayanıp başka bir kurban isteyene kadar… Sonunda kurban vermede öyle bir noktaya gelinmiş ki, sürü küçülmüş ve aslanlara tamamen yem olmuş. Son anda aslanlara sürekli kurban vererek kurtulacağını zanneden sürü liderleri, “biz bu savaşı ne zaman kaybettik?” sorusuna cevap aramış. Ve bu savaşı “sarı öküzü verdikleri gün” kaybettiklerini anlamışlar.

Bence bizim de sarı öküzümüz Ekrem İmamoğlu.. Mevcut iktidarda en yüksek alerjiyi yaratan, hakkında artık komik denebilecek art arda soruşturmalar açılan, artık CHP'de Cumhurbaşkanlığı adaylığı kesinleşti diyebileceğimiz ve anketlerde Erdoğan'ın önünde çıkan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu..

Ne dersiniz? Sarı öküzü kaptırırsak halimiz nice olur?

Sanırım yaklaşan cisim o gün tepemizde çöker..